Hürriyet Aile

Bana bir masal anlat

Bana bir masal anlat 150 150 dolunay

Son yılların ‘çocuklarınıza masal okuyun, müzik dinletin’ modası henüz uğramadığı zamanlarda doğduğumdan olsa gerek masal anlatan pek olmadı bana ben küçükken… Okula gittikten sonra kendi masalımı kendime kendim okudum diyebilirim. Bu yüzden çocukken masal dinleyerek büyüyen çocuklara pek imrenirim hala…

Masal açığımı kapatmak için bu günlerde bol bol masal okuyorum ve hatta masal yazmayı deniyorum. Masallardan çok şey öğreniyorum, soru sormama, gülümsememe, düşünmeme, farklı bakış açılarından bakmama yardım ediyor masallar. Metoforik dilleri, kendilerine has mizah anlayışları ve ifadelerin içine yerleştirilmiş bilgelikleriyle masallar kaç yaşına gelirsem geleyim okumaya devam edeceğim eserler. Benden önce de vardılar benden sonra da varlıklarına devam edecekler.

Aşağıdaki masal ‘Masal Masal Matitas’ kitabından… Okuyun birlikte yorumlayalım.

“Zıssss zısss!

Anne sinek yavrularını eğitmek için ormanda gezintiye çıkarmış. Örümcek ağını görünce uyarmış yavrularını:

– İyi tanıyın bu amansız düşmanınızı. Eğer ağına yakalanırsanız, ne kadar çırpınırsanız boşuna, hatta ağa daha çok yapışırsınız. Gelir, önce sizi zehirler, sonra da yer.

Yavrular korkudan titreye titreye annelerinin peşinden uçmuşlar.

Zısss zısss sısss!

Oooov, aaaahhh!

Daha da korkunç bir canavar çıkmış karşılarına. Sinek yiyen bir kuş! Bizimkiler güç bela bir ağacın arkasına saklanıp paçayı sıyırmışlar.

Derken ormanın derinliklerinden yeri göğü sarsan bir kükreme ve ondan kaçan hayvanların çığlıkları gelmiş. Yavru sinekler onu da şu korkunç canavarlardan sanıp bir yaprağın altına saklanmış. Anne sinekse kahkahayı basmış:

Korkmayın yavrularım, o kükreyenin adı aslandır. Sesi ürkünçtür, kendisi de iricedir ama tümden zararsız bir hayvancağızdır.”

Farklı bakış açılarından bakmayı anlatan yukarıdaki masal; yaşadığımız olaylara, kendimizin ve birbirimizin sorunlarına, yaşadığı olaylara bakış açımıza gönderim yapar. Kimimize büyük gelen sorunlar kimimiz için çocuk oyuncağı gibi gelir. Kişinin kabı ne kadarsa o kadar anlar ya da yaşar. Bir karınca için bir simit ona simit fırını gibi gelirken, bir ineğin dişinin kovuğunu doldurmaz.

Karıncalar yuvalarına bir buğday tanesini taşırken ya da ekmek kırıntısını çekiştirirken kim bilir ne kadar yoruluyorlardır bununla birlikte yükleri taşımaya devam ediyorlardır. Bir kuş dalları tek tek taşıyarak yuvasının yaparken kim bilir ne kadar zaman geçiyordur.

‘Bırakacağım artık bu yuvayı yapmayı, bitmedi gitti’ demiyordur bana sorarsanız. Her varlık üzerine düşeni yapıyor.

İnsanlara baktığımızda da herkes farklı farklı deneyimler yaşıyor. Kiminin çocuğu olmuyor, yıllarca gebe kalmaya, kimi yıllarca aynı sınava girip terfi etmeye çalışıyor, kimi maddi sorunlarla boğuşuyor, kimi hapishaneden çıkacağı günü bekliyor, kimi sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, kimi de çocuğunun sorunlarıyla…

Bununla birlikte hayatın tadını ve keyfini de çıkaran insanlar var. Galiba önemli olan keyif için tüm sorunların bitmesini beklemeden, sorunların içinden geçerken de keyif almayı deneyimlemek.

İnsanların her biri küçük büyük farklı farklı sorunlarla büyümeyi, olgunlaşmayı deneyimliyor. Yaşadığınız sorun ne olursa olsun ona bakış açınız sorunu SORUN haline getirebildiği gibi farklı bakış açıları ÇÖZÜMÜ de gösterebiliyor. Her sorun kendi çözümünü içinde barındırır sözü buradan doğmuş olsa gerek. ‘Sorunlar oluştukları bakış açısıyla çözülemezler’. Galiba önemli olan şikayet etmek değil, yaşanılan durumu kabul edip çözüm noktasına odaklanmak ve keyfi ve neşeyi yanınızdan eksik etmemek.

Masallar masallar… Yaşamın her anı masallardan oluşuyor belki kim bilir?

Bildiğim bir şey varsa o da; masalların çocukların yaratıcılıklarının gelişmesinde, zihinsel ve bilişsel gelişimlerinde, empatiyi ve sağduyu öğrenmelerinde çok yardımcı olduğu! Ayrıca öğrenmenin ömür boyu olduğuna inanan biri olarak diyebilirim ki: yetişkinler için yazılan masallar da empati ve sağduyunun gelişmesi için çok ama çok önemli!

Haydi kendinize bir masal kitabı alın….

Evlenmeden önce…

Evlenmeden önce… 150 150 dolunay

Aklımız erdiğinden beri çevremiz tarafından bir gün evleneceğimiz ve çocuk sahibi olacağımız bize söylenir. Evlenmek, değişmez bir kanundur sanki de kimse bize evlilikle ilgili eş seçimiyle ilgili nelere dikkat etmemiz gerektiğini söylemez. Aşık olmak, sevmek yeterli midir evlenmek için? Yeterliyse neden boşanmalar olur?

Evlenmeden önce bilinmesi gerekenleri en azından kulağınızda yer etmesi gerekenleri aşağıda kısaca paylaşmaya çalıştım.

  1. Eş adayınızla konuşabiliyor musunuz, sohbet edebiliyor musunuz, birbirinizi dinlemeyi biliyor musunuz? Evliliğin sırrı sohbet edebilen çiftlerdedir!
  2. Kendinizi onun yanında rahatça ifade edebiliyor musunuz? Birlikte gülebiliyor musunuz? Neşe, bir ilişkide olmazsa olmazlardandır.
  3. Ortak zevklerinizin var mı? Birlikte zaman geçirmekten keyif alıyor musunuz? Bununla birlikte birbirinize yalnız kalmak içinde izin verebiliyor musunuz yoksa her yerde beraber mi zaman geçiriyorsunuz? Ortak yapılan etkinlikler ne kadar önemliyse bireysel etkinliklerde bir o kadar önemlidir.
  4. Ailenizden kopmaya, kendi yuvanızda çekirdek ailenizi kurmaya hazır mısınız? Çiftlerin evlendikten sonra en çok kavga ettikleri konu aileler ve üçüncü şahıslardır. Bilmeniz gerekir ki evlendikten sonra ikiniz çekirdek ailesiniz ve bu aile için de yaşananlar ikiniz arasında kalmalıdır (şiddet, alkol vb. sorunlar olmadığı sürece). Annelere/ babalara ya da üçüncü şahıslara evinizle ilgili bilgi aktarmak, kavgalarınızı yansıtmak uzun vadede evliliğinize zarar verir. Siz unutursunuz ama anne babalar zor unutur. Ayrıca her ailenin kültür ve yapısı farklı olabilir eşinizin ailesini kendi ailenizle kıyaslamamanız gerekir. Eğer kültürel yapıda çok büyük farklar varsa bilin ki bu konu evliliğinizde alışacağınız en zor konu olacaktır.
  5. Cinsellikle ilgili bilimsel olarak neler biliyorsunuz? İlk gece ve aile planlaması yöntemleri hakkında bilgili olmanız sizi mutlu ve sağlıklı bir cinsel yaşam konusunda destekleyecektir. Hemen çocuk istenmiyorsa uygun bir aile planlaması yöntemi hakkında bir sağlık kuruluşundan bilgi alabilirsiniz. İlk kez yaşanacak cinsel ilişkide kaygı düzeyini kontrol etmek, karşılıklı keyif almaya odaklanmak ve cinsel birleşme için acele etmemek önemlidir. İlk geceye gereğinden çok önem vermek, abartmak ve endişelenmek istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Örneğin kadınlarda vajinismus, ağrılı cinsel ilişki, erkeklerde ereksiyon sorunları gibi…

Her iki taraf içinde önemli olan ilk birliktelik, karşılıklı, sevgi ve hoşgörüyle rahatça yaşanabilir. İletişimi doğru kurmak, kendinizi eşinize doğru ifade edebilmek ve dinleyebilmek, kaygılarınızı, meraklarınızı paylaşabilmek, birbirinizi keşfederken sabırlı ve sakin olmak bu süreçte çiftlere yardımcı olur.

  1. Maddi konularla ilgili konuştunuz mu? Ailenizin bütçesi ortak mı yoksa bireysel mi olacak? Maddi konular önemlidir, bütçeyi birlikte yapmanız her ay gelir gider dengenizi konuşmanız, birbirinize bu konuda açık olmanız ailenizin maddi refahına destek olur.
  2. Çocuk istiyor musunuz? Çocuk dünyaya getirmeyi istemek ya da istememek evlenmeden önce konuşulması gereken konulardandır. Eşlerden biri istiyor diğeri kesinlikle istemiyorsa bu ilerde değiştirebileceğiniz bir durum olmayabilir. Evlilik kararınızı iyice düşünmeniz gerekir.
  3. Evlilik iki farklı aile ortamında yetişen iki farklı cinsiyetin aynı çatı altında uyumlanmayı öğrenme sürecidir ve bu öğrenme sürecinin en zor zamanları ilk iki yılıdır. Kadın ve erkeğin birbirine adapte olması ve kendi düzenlerini kurmaları için sevgiye ve zamana ihtiyaç vardır.
  4. Kavga eder misiniz? Kavga eden çift sağlıklıdır, yalnız dikkat edilmesi gereken kavganın sıklığı ve tartışmaların saygıya ve sevgiye zarar vermemesidir. Kavgaların güzel tarafı barışmalardır. Kavganın tozunu iyi ayarladığınızda, küslüğü haftalarca değil saatler ya da en fazla günle sınırladığınızda sağlıklı bir süreç olduğunu söyleyebiliriz.
  5. Evlendiğinizde her şeyin çok güzel olacağını zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz. Evlilik uzun bir yolculuktur bu yolculuk da çiftler her mevsimi yaşayabilir önemli olan bu mevsimleri birlikte sevgi ve saygıyla geçebilmektir. Ve ihtiyaç hissederseniz evlilikten önce ve evlilik sırasında “ilişki danışmanlığı” size destek olacaktır.

Vajinismusu öğrenerek aşın!

Vajinismusu öğrenerek aşın! 150 150 dolunay

Bu hafta ülkemizde çok sık rastlanan, çiftleri çaresizmiş gibi hissettiren ve çözüm yollarını denerken mağdur edebilen vajinismusla ilgili sık sorulan sorularından bazılarını ve cevaplarını paylaşmak istiyorum.

3 ay önce evlendim ve hala cinsel ilişkiye izin vermiyorum, galiba vajinismusum. Üniversite mezunuyum, rahat bir ailem var, bunun başıma geldiğine inanamıyorum. Anlam veremiyorum bir türlü, nedeni ne olabilir?

Vajinismus üniversite mezunlarında ilkokul ve lise mezunlarına kıyasla daha sık gördüğümüz bir cinsel işlev bozukluğu. Tıp fakülteleri de dahil üniversitelerin eğitim programında cinsel eğitim yok. Rahat bir ailede büyüseniz bile aile ortamında tam ve doğru bir cinsel eğitim çoğunlukla mümkün olamıyor.

Sözsüz toplumsal kurallarımız var. ‘Kızım ben sana güveniyorum, kızım kendini koru, erkeklere dikkat et..vb’. Bu kurallar bilinçaltına çocukken ya da ergenlik döneminde yerleşiyor. Çoğu zaman fark etmiyoruz bile… Vajinismusun kökeninde cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular, abartılı ve gerçek dışı düşünceler yatıyor.

Vajinismus sorununu yaşayan kadın vajeni çok küçük ve dar, penisi ise vajene giremeyecek kadar büyük olarak algılıyor. Bu nedenle de yaşayacağı cinsel ilişkide çok acı çekeceğini ve kan kaybedeceğine inanıyor. Çok ender olarak kadınlar ben aslında hiç korkmuyorum ama yapamıyorum der.

Vajinismusun neden psikolojik olduğunu anlamıyorum, vajinayla ilgili bir sorunun neden jinekologlar tedavi edemiyor?

Vajinismus, vajen girişindeki kasların istem dışı kasılması ve kadının hiçbir şekilde girişe izin verememesi durumudur. Kadın, vajendeki kasılmalar üzerinde kontrol sağlayamaz, bu nedenle psikolojik bir durumdur. Yani kontrol dışı/bilinç dışı bir davranışa sahiptir ve bu davranışı yeni bir davranışla yer değiştirmek gerekir: Kaslarını kontrol ederek, rahat bırakabilmek….Bunu yapabilmek aslında kişinin kendi duvarlarını yıkması, kendi cinselliği ile barışması, vajinasını fark ederek kabul etmesi de demektir. Vajinismus; penise dair bir korkudur, cinsel ilişkiye girme korkusu yani fobidir. Fobilerin kalıcı çözümleri için psikoloji alt yapısı olan ve cinsel terapi deneyimi olan uzmanlara başvurmak gerekir. Jinekologlar vajinanın, rahimin, yumurtalıkların organik ve fizyolojik, cerrahi süreçlerinde uzmandırlar ancak vajinismus psikolojik bir sorundur. Jinekologların bu tip durumlarda tıp etiğine uygun davranmaları hasta mağduriyetini önlemek için çok ama çok önemlidir.

Vajinismus tedavisi nasıldır yani cinsel terapide ne yapılır ? Ne kadar sürer?

Cinsel terapi seansları çiftle birlikte yapılır. Cinsellik, cinsel anatomi ve fizyoloji bilgisi, kontrolsüz kasılmaların nasıl olduğu, cinsel mitler, vajinismus tedavi teknikleri, ev uygulamaları, cinsel yaşamda duyuların ve iletişimin önemi, vajinismus sorunu yaşayan kadınların ve erkeklerin yanlış inançları, zihni olumluya programlamanın önemi gibi konular çalışılır. Terapide bilişsel ve davranışçı teknikler kullanılır. Kadının tüm kaçınmaları ve korkularıyla ilgili çalışılır. Aslında cinsel terapide kadın kendi gizli kalmış ya da bildiği ama çözemediği kaygılarla baş etmeyi öğrenerek, cinselliği ile tam olarak barışır.

Tedavi 4-8 seans arası sürer. 4-8 seans diğer cinsel işlev bozukluklarına ya da diğer psikolojik sorunlara göre daha kısa bir süredir. Tedavide sadece ilişkiye girmezsiniz aynı zamanda cinsellikle ilgi doğru bilgileri edinir, korkunuzu yener, keyif almayı keşfeder ve eşinizle birbirinize destek olmaya dair bir deneyim yaşarsınız.

Eşimin tedaviye gelmesi neden şart? Bu benim sorunum ve ben çözmeliyim.

Bu soru çok sık karşılaştığımız bir sorudur. Cevabımız ise çok nettir: Cinsel ilişki terapisi mutlaka eşle yapılır. Evrensel bilimsel kural. Tedavide ikinizin de görüş, bilgi ve deneyimlerine ihtiyacımız var. Tedavide pek çok uygulama eşle birlikte çalışılıyor ve cinsel ilişkiye eşinizle gireceksiniz. Ayrıca birbirine destek olan bir çift bizim en güçlü tarafımız.

Gittiğim jinekolog ‘vajinan dar, genişletelim, kızlık zarını da alalım sorun çözülür’ dedi ama çözülmedi. Kime güveneceğimi şaşırdım. Hiç bir uzmana güvenim kalmadı.

Aslında doğru adreslere gelindiğinde çözülebilecek bir sorundur vajinismus. Fakat ne yazık ki, vajinismus sorununu yaşayan çift doğru adresi bulununcaya kadar kötü deneyimler yaşayabilmektedir. Bekaret zarının alınması, vajen girişinin gerekmediği durumlarda dahi genişletilmesi, sadece hipnoz, alkol, krem ya da ilaçlar….Tek seans da çözeriz vaatleri ya da muayene masasında yapılan trajik uygulamalar vb… Tüm bu uygulamalar bilim adına yapılan ama bilimle hiç alakası olmayan, tıp etiğine hiç uymayan ve en kötüsü tedavi sürecinde hiçbir yardımı olmadığı gibi, tersine zararı olan uygulamalardır.

Bunlardan sonuç alamayan çiftin umutsuzluğu daha çok artar. Uzmana ve kendine güveni sarsılır.

Lütfen uzmanı ve tedavi koşullarını araştırın,

Araştırma kriterlerinizde şunlar olsun:

  • Uzman, psikolojik danışman, psikolog ya da psikiyatr olmalı ya da doktor bile olsa cinsel terapi ve psikoloji eğitimleri olmalı.
  • Cinsel terapiyle ilgili eğitimler almış olmalı.
  • Hipnoz gibi uygulamalarda uzmanın eğitimini nerelerden aldığına ve psikoloji temeli olup olmadığına dikkat edin.
  • Tek seansta kesin çözüm , garantili çözüm ya da asla parmak uygulaması yaptırmıyoruz gibi bilimden uzak hin pazarlamacı zihniyetine dikkat edin. İnsan ruh sağlığının pazarlığı ya da garantisi olmaz!
  • Vajinismus tedavi ücretleri çok makuldür ve seans ücretleri diğer psikolojik sorunların tedavisinde ne ise odur. Yani fahiş ücretleri sorgulayın. ‘Vajinismus çok özel bir konu bu fiyata çözülür bu nedenle bu ücreti istiyoruz’ gibi palavralara inanmayın!
  • Cinsel terapi mahremiyete önem verir. Cinsel ilişkinin çiftin özelinde yaşanması bilime yakışanıdır. Diğer türlü tüm uygulamalar etik dışıdır. Travmatize edicidir.

Tedaviyi destekleyen en önemli faktörler nelerdir?

Tedavide en önemli faktör birbirine destek olan, birbirini seven ve çözüme inanan çiftin varlığıdır. Bunun ötesinde tabiî ki bu konuda deneyimli bir cinsel terapist, vajinismus tedavisinde kullanılan bilimsel yöntemler, tedavinin en güçlü unsurlarındandır.

6 yıllık evliyim ve vajinismus sorunum var. Çevremdeki herkes çocuk soruyor ben de biran önce anne olmak istiyorum. Tüp bebekle çocuk sahibi olsak sonra tedavi olsam diyorum ama tüp bebek tedavisinde de işlemlerinden korkuyorum. Aklım karışık ne yapmalıyım?

Anne olmak isteğinize saygı duyuyorum, bununla birlikte tüp bebekle ilgili ve vajinismusun tedavisini olmazsanız ne olurla ilgili bilmeniz gereken şeyler var:

  • Cinsel ilişki olmadığında çocuk sahibi olmak güçleşiyor, yani “infertilite” nedeni oluyor.
  • İnfertilite tedavisi gerek aşılama olsun gerekse tüp bebek tedavisi olsun zor süreçlerdir ve gebe kalmak hemen olamayabiliyor. Emek ve para gerektiriyor ve o emeği vajinismus tedavisine vermek daha akıllıca, daha kolay ayrıca daha ekonomik hem de doğal yoldan çocuğunuzun olma ihtimali yüksek.
  • Vajinismusa bağlı infertilitenin tedavisi, anestezi altında “aşılama” ya da “tüp bebek” değildir. Vajinismusa bağlı infertilitenin tedavisi, vajinismusun tedavi edilmesi ve çifti doğal cinsel ilişkide bebeğe yönlendirmektir.
  • Vajinismus tedavisi 4-8 seans arasında sürer. Tüp bebekle çocuk sahibi olmak ise aylarca, bazen yıllarca sürer.
  • Bir başka sorun da kadınların düzenli olarak normal jinekolojik muayenelerinin yapılmaması ve smearlerinin alınmaması ve olası sağlık sorunlarıyla ilgili geç kalınabilmesidir.
  • Vajinismus tedavisi doğru tedaviye ulaştığınızda gerçekten kolaydır. Size zor gibi gelir ama inanın ki kısa sürede çözülür.

 

Cinselliğin temel taşları

Cinselliğin temel taşları 150 150 dolunay

Cinsellik ne zaman ayıp oldu? Normalliğini ne oldu da kaybetti? Bundan kimler ne kazandı? Neden sıkılır olduk bu konulardan? Soruların peşine düşelim ve cevaplara bakalım birlikte.

Cinsellikle ilgili sıkıntılı duygular yaşamamız, utanılacak bir durummuş gibi algılamamızın temel nedeni; doğduğumuz andan itibaren ailemiz ve yaşadığımız toplum tarafından bilinçaltımıza kaydedilen cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular, abartılı söylenceler, günahlar ve yasaklardır. Cinsellikle ilgili konuşmanın, davranışlarımızın yani iletişimdeki sorunların kökeni çok eskiye dayanır ve bulaşıcıdır. Cinsellikten konuşurken rahatsız olan bir kişi bu durumu karşısındakine de yansıtır. Bunun tam tersi de doğrudur, yani sizin rahatlığınız karşınızdakine ulaşır ve istenilen iletişim şekli budur. Cinselliği konuşmayı reddetmek, yok saymak, cinsellikle ilgili bilgilerdeki yetersizlik, ön yargılar, cinsellikten konuşurken kelime seçmek, ses tonunu ve yüzünün ifadesini değiştirmek, kızarmak etkili iletişim kurmayı güçleştiren unsurlardır. Bu durumun oluşmasının ana nedeni ise cinsellikle ilgili konuşmanın normal olmadığı düşünce ve inancıdır. Cinsellikle ilgili pek çok olay sorun odaklıdır, cinsellik dendiğinde bile çoğu bireyin aklına soruna ait düşünceler, yaşantılar, ayıplar ve yasaklar gelir. Cinselliğin normal olmadığı fikri de bu düşüncelerden kaynaklanır. Cinsellik büyük bir sorun, tabu mu acaba? Tabu olduğuna inanıldığı sürece tabu olmaya devam edecektir. Toplumsal olguları oluşturan tek şey; onlara yüklediğimiz değer ve inançlardır. Bunlar değiştiğinde her şey değişir.

Cinsellikte doğru ve rahat iletişim kurabilmek için kişide cinsel gelişimin temel taşlarının yerine oturmuş olması gerekir. Bu da kendi cinselliği ile barışık, benlik duygusu gelişmiş, empati kurabilen, sevgi temelli yetişmiş, ailesi tarafından dokunma duygusu doyarak büyümüş, güvenmeyi öğrenmiş, toplumsal becerilerin nasıl gelişeceğini bilen, kendi duygularını tartabilen, güç kontrolü olan ve kendini, bedenini, cinselliğini keşfetmeye izin veren bir birey demektir.

Cinsellikte doğru ve rahat iletişim kurmak için yukarıdaki cinsellikle ilgili değerleri, gerçekleri ve cinsel mitleri, doğrularını öğrenmek, bilgileri özümsemek, içselleştirmek, daha sonra sözlü ve sözsüz davranış olarak yansıtmaktır.

Üreme sağlığı ve cinsel sağlık konusunda doğru bilgilerimizi arttırdıkça, kendi cinselliğimizle barıştığımızda, cinsellikle ilgili iletişim kurmak çok daha kolay olacaktır. Bu bilgileri zamanında alan çocuklar, kendisini koruyabilen, haklarını bilen, dıştan gelen cinsel taciz tehditlerinde kendini koruyabilen bireyler olarak yetişirler ki aslında tüm anne-babaların istediği de budur.

Cinsellikle ilgili yasakların hiçbir işe yaramadığı, tam tersine merak ve istek uyandırdığı bir gerçektir. Bireylerin kendi cinsellikleriyle barışık, huzurlu ve dengeli olabilmeleri kendilerini istenmeyen gebeliklerden, HIV/AIDS ve CYBİ’lerden koruyabilmeleri için cinsel eğitiminin uygun yaşta, uygun şekilde verilmesi gerekmektedir. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmenin en etkili yolu; ne istediğini bilen, “evet” ve “hayır” diyebilen, öz güven sahibi çocuklar yetiştirmekten geçer.

Cinsel eğitimin anne karnında başlaması, doğumla birlikte ailede devam etmesi, okul ve toplumsal süreçlerle de desteklenmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde cinselliği hayatımızda olması gereken yere, dengeli bir şekilde yerleştirebilir ve daha mutlu, sağlıklı bireyler olabiliriz.

 

İçimdeki şeytan

İçimdeki şeytan 150 150 dolunay

Şeytanla ilgili ne çok hikaye ne çok söylence vardır. Henüz küçücükken şeytandan korkmamız gerektiği, ona uymamamız gerektiği öğretildi hepimize. Birileri kötü bir şeyler yaptığında, örneğin: hırsızlık, yalancılık, aldatma, riya, şiddet, …gibi ‘şeytana uymuş’ ya da bu tür şeyler aklımıza gelip yapmaya meyil ettiğimizde ‘Tövbe tövbe git kör şeytan’ gibi tanımlar hepimize tanıdık gelecektir.

Hiç sevilmez, hep kötülenir, hep başkalarını ziyaret eder de nedense hiç ‘geçenlerde beni ziyaret etti, ben şeytana uydum’ diyen olmaz.

Hep başkaları dedikodu yapar, yalan söyler, hep başkaları çalar çırpar. Şeytan bize hiç uğramaz, çok şükür!

Hiç düşünen oldu mu bu şeytan cennetten kovulduktan sonra nereye gitti?

Güzeli, başarılıyı, iyiyi sevmek kolaydır da kötü ve çirkini sevmek neden zordur! Sevilmeyecekse çirkin ve kötü neden yaradılmıştır?

Yaptığımız iyi ve olumlu şeyleri insanlarla kolayca ve öğünerek paylaşabilirken olumsuz şeyleri kendimize itiraf etmekte bile zorlanırız çoğu zaman.

İyi bana aittir, kötü şeytana!

İnsanları eleştirmek, yargılamak, kınamak kolaydır da anlamak, hissetmek ne kadar zordur. Bazen birbirimizi anlamak ve hoşgörmek için kınadığımızı yaşamamız gerekir. Örneğin: evliyken eşini aldatanları yıllarca hep kınadık ve suçladıysak gün gelip de evliyken başka bir insandan hoşlanırsak veya bekarken evli birinden hoşlanırsak, ben tek gecelik ilişki yaşamam deyip deyip de bir gün yaşayıverirsek! Bu tür deneyimler yaşamamızın nedeni bence hiç kimseyi yargılamamak, kınamamak içindir. Yargılamak bu kadar kolay, anlamak neden bu kadar zordur?

İnsanları kıyafetlerine, inançlarına göre ayırt ettiğimizde, kendi dedikodumuzun yapılmasından hiç hoşlanmayıp aynı şeyi biz yaptığımızda acaba kime hizmet etmiş oluruz?

İnsan başkasının yalanını kendi yalanlarından tanırmış! Kötülüğü de kendi kötülüğünden!

İnsanlara yalancılığından, dedikodu yapmasından, hırsızlığından, aldatmasından dolayı kızarken aslında kızdığımız kendimiz olmayalım!

Hep bu oyunları bize oynatan sevgili şeytan; sen olmasaydın, biz insanoğlu hiç kötülük yapmayacaktık. Sen yok musun sen! Havva’ya elmayı yedirten de sen değil miydin zaten, Havva ve Adem’i cennetten kovduran da sendin.

Hepimizin şeytanı içimizde

Aslına bakarsanız hepimizin şeytanı içimizde ve hep var. Siz arkanızı da dönseniz, kulaklarınızda tıkasanız, git kör şeytan deseniz de, gözlerinizi de kapasanız o bizimle. Yani insanın içinde iyi de var kötü de, güzel de var çirkin de…. Ve bana sorarsanız EGO’muz ya da ŞEYTAN’ımız – eğer görebilirsek- yaşadığımız olaylar kötü, çirkin, kabul edilemez bile olsa dersler çıkarmamız için var. Şeytana uyduğumuz anlardan sonra sormalıyız kendimize: ben bu deneyimden ne öğrendim, ne kazandım diye! Kendimize kızmak, kendimizi cezalandırmak sadece zarar getirir.

Ne yaşarsak yaşayalım kaçarak ya da redderek yaşadığımız duygudan kurtulamayız. Her şey insan için derken bunu kassetmiştir büyüklerimiz. Başımıza gelen her ne olursa olsun büyümemize hizmet eder. Deneyim olmadan insan, İNSAN olamıyor.

Yaşadığımız süreci/olayı kabul etmek ve kendimizi bağışlamak, derslerimizi almış olarak yola devam etmektir işin aslı.

Yani şeytanı görmezden gelmek ya da ondan nefret etmek değildir maharet, maharet onu görmek, sobelemek ve onun söylediğini değil de tam tersini yapmaktır. Bunu yaptığınızda o olumsuz deneyime ihtiyacınız kalmaz. Akıl da bu işe yarar aslında!

Şeytanı tanırsak, onu sobeleyebiliriz!

Onun oyunlarını bilirsek onun oyunlarına gelmeyiz. Peki, onu nasıl tanımalı? Herkesin şeytanı farklı yerden saldırır. Kimin zaafı neredeyse şeytan oradan ziyaret eder. Zaaflarımızı bilmek ve bunlarla ilgili farkındalıklar yaşamak EGOyu tanımamıza yardım eder. Düşmanını tanıdıkça güçlenirsin. Para hırsımız, sevgi açlığımız, koltuk merakımız, doymayan cinsel arzularımız… Ve buna benzer bir sürü EGO parçası…

EGOmuzun yani diğer adıyla şeytanımızın hoşuna gitmeyecek şeyler neler olabilir? Kendini tanımak, ihtiyaçları fark etmek, büyümemiz gereken alanları keşfetmek, zaaf kapılarını bilmek ve cesurca yüzleşmek, duygularımızı fark etmek, kendimizi dövmeden ve yok saymadan kabul etmek, dönüştürme sürecini çalışmak, gerçek insan olmak için akıl ve gönül dengesine önem vermek ve en önemlisi de iyiyi, kötüyü seçebilmek, sağduyulu olmak, vicdanın sesini duymak!

Bunları yazarken aklıma bir soru geldi: Bu düşman dediğimiz EGOmuz ya da ŞEYTANımız bizi büyüten/olgunlaştıran bir şeyse düşman mıdır yoksa öğretmen mi?

Ne dersiniz? Sizce?

Koruyucu meleğim

Koruyucu meleğim 150 150 dolunay

Kitaplığımda elime geçen bir broşürle yıllar önceye gittim…Bir varmış bir yokmuş….

Yıl 2000… Dünya yeni bin yıla büyük beklentiler ve heyecanla girerken, Hacettepe Üniversitesi AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi , Türk Eczacıları Birliği işbirliği ile toplumda cinsellikle ilgili farkındalık oluşturmak, gençleri ve halkı eğitmek için Cinsel Sağlık Eğitim ve Danışma Merkezi’ni hizmete açar. Ülkede devrim niteliğinde bir adımdır bu!

Merkez herhangi bir ücret almadan eğitim, danışmanlık çalışmalarını yürütmektedir. Merkezin çalışmalarını yürütmekten sorumlu genç bir uzmanı, gönüllü gençlerden ve üniversite öğretim üyelerinden oluşan kocaman bir ekibi vardır. Merkez toplam 7 yıl açık kalır ve bu yıllar içinde de binlerce gence, aileye, bireye, HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar, cinsel sağlık, korunma…vb konularında ulaşır ve bilgilendirme yapar.

Bu merkezde gönüllü çalışan gençler bir gün derler ki: bir broşür hazırlasak, bu broşür o kadar farklı olsa ki gençler hem gülse, hem düşünse, hem de bilinçlense… Ve çalışırlar, çalışırlar… Çalışırken hem çok eğlenirler hem de çok düşünürler… Ortaya çıkarttıkları ürün o yıllarda çok popüler olur, sloganlarını Beyazıt Öztürk tarafından kullanılır hatta BBC de haber olur… Broşürde sloganlar aracığıyla mesajlar verilmekte ve bilgilendirme yapılmaktadır. İşte o broşürden alıntılar… Bakalım kaç kişi hatırlayacak!

Broşürün en önemli özelliği kondomdan farklı karakterler yaratmak fikriydi. Örneğin cinsel ilişkideki koruyuculuğunu ‘Melek’ karakteri sembolize ediyordu ve bu yüzden bröşürün başlığı ‘Koruyucu meleğim olmadan asla’ idi.

Doktor Kondom, Dansöz Kondom, Kareteci Kondom, Aşık Kondomlar, Bilge Kondom, hele o Rıza yok mu o Rıza !

AIDS’in zulmü varsa sevenin kondomu var!

Doktor Kondom der ki; Sevgili Genç Arkadaşlarım; AIDS, HIV’ın yol açtığı hastalıklar bütünüdür. Tüm dünyayı etkisi altına alan ve Türkiye’de de hızla yayılan bu salgın en çok sizleri tehdit etmektedir. Bu hastalıktan korunmanın en etkili yolu kondom kullanmaktır. Kondom diğer adları ile prezervatif, kaput, kılıf; cinsel ilişkide penise takılan bir kılıftır. İstenmeyen gebeliklerden koruduğu gibi, HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan hastalıklardan da koruyan güvenli bir araçtır.

Fidayda da Ankaralım Fidayda
Kondomunu taktın bir anda!

HIV’a açık yollar

  • Korunmasız her türlü cinsel ilişki
    • Test edilmemiş kan ve kan ürünleri
    • Anneden bebeğe
    • Ortak enjektör, jilet, makas….kullanımı ile

HIV’a kapalı yollar

  • Tuvalet, banyo, havuz, sauna, ev gibi ortak kullanım alanları
    • Tabak, kaşık gibi ortak eşya kullanımı
    • Dokunmak, el sıkışmak, sarılmak, öpüşmek gibi temasla
    • Sivrisinek ve böcek sokmaları
    • Öksürme ve hapşırmayla
    • DOSTLUKLA bulaşmaz!

Kasksız girme inşaata canın yanar, Kondomsuz girme ilişkiye hayatın kayar!

Takmak ya da takmamak işte bütün mesele bu…
Kondom Shakespeare

Elin adamı gidiyooo fezaya, biz KONDOM’u taktıramadık Rıza’ya !

Güzel anların vazgeçilmez ortağı: KONDOM!

  • İstenmeyen gebeliklerin önlenmesinde,
    • HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıkların önlenmesinde,
    • Erkeklerin boşalma süresini uzattığı için ereksiyon sorunlarında,
    • Rahim ağzı kanserlerinin azaltılmasında,
    • Vajen kuruluğuna bağlı ortaya çıkan sorunlarda kayganlaştırıcı özellikli kondomlarla yardımcı olunmasında kullanlan güvenli ve sağlıklı bir araçtır.

Kondom Korur!

Tak kondomun hasını çekme AIDS yasını!
Bilge Kondom

Gençlere hem güldürerek hem de düşündürerek eğitim vermeyi amaçlamıştık 13 yıl önce ve yıllar boyu da hep öyle çalıştık… Çünkü yapılan çalışmalarda göstermektedir ki gençleri cinsel salgınlardan, istenmeyen gebeliklerden korumanın en etkin yolu; onların anlayacağı dilde eğitimler vermektir.

Cinselliği yok sayan ve bizim çocuklarımız böyle şeyler yapmaz diyerek, gerçekleri görmezden gelmek, siyah gözlükler takmaktan başka bir şey değildir. Gözlerinize ve kulaklarınıza ne takarsanız takın, yine de gerçek oradadır.

HIV/AIDS ülkemizde hızla yayılmaya devam ediyor… Yayılmayı en çok sevdiği grup ise 15-24 yaş grubundaki genç insanlar…

Ülkemizin eğitim sistemine cinsel eğitimin yerleştiğini ben hala umut ediyorum…

Benim hala umudum var…

Kör vicdan

Kör vicdan 150 150 dolunay

“Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım.”

Mahatma Gandi

Son yıllarda, adalet, eğitim, sağlık sisteminde olanlara, ülkemizde yaşananlara ve verilen tepkilere, tepkisizliklere, yorumlara baktığımda vicdanımıza ne oldu diye düşünmeden, sorgulamadan duramıyorum. Çevremde gözlemlediklerimden kısa kısa örnekleri ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Eğrisi doğrusu şahsımındır.

* Sosyal medya (ağ) denen ‘canavağda’ canavağa üye olanlar tarafından paylaşılan bazı yorumlar, beğeniler, paylaşımlar hayli canımı ve vicdanımı sıkar hale geldi. Örneğin: Kendilerince sevilmeyen hatta nefret edilen kişilerin başına ya da onların yakınlarının başına bir şey geldiğinde (ölüm, hastalık…gibi), sevinme, bayram havası estirme durumu. Aslına bakarsanız bu sosyal canavağlar hepimizin içindeki canavarı ortaya çıkardı galiba. Bilgisayar başında kendi düşüncelerimiz zannettiğimiz metinler yazmak kolaydır ancak aynı yorumları kişilerin yüzüne söylemek zordur. Hatta çoğu zaman imkansızdır.

* Gazetelerde özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik akıl almaz şiddeti / tecavüzleri /vahşeti okudukça, duydukça insan nereye doğru gidiyor demeden edemiyorum.

* İş yerlerindeki yönetim kadroları değiştikçe işini iyi yapsın ya da yapmasın çalışanların toplu işten çıkarılmaları hangi vicdana sığıyor merak ediyorum. Ya da 15-20 yıl kurumuna emek vermiş çalışanların kanuni haklarını vermeden işten çıkarmak ya da katakulliye getirmeye, çok ağır sözleşmelere imza attırmaya çalışmak hangi kurumsal vicdanda yer bulur, bilemiyorum.

* Doğaya, hayvanlara yaptığımız işkenceler, saçma sapan nedenlerle yanan tarihi binalar, ormanlar hangi aklın sonucudur?

* Herkesin bir fiyatı var mıdır gerçekten yoksa bu hayatta parayla satın alınamayacak değerler, insanlar var mıdır? Paranın her şeyi satın alacağı yalanına bizi kim inandırdı? Ya da kendimizi adadığımız misyonlar/görevler için söylediğimiz yalanların, insanları kayırmanın vebali kimedir?

* Ve daha neler neler… İnsanların vicdanı kör olmuş dedirten durumlar.

Ve bunları gördükçe, yaşadıkça, vicdanı daha çok düşünür, sorgular oldum.

Vicdan nedir? Kişisel ve toplumsal vicdan nedir? Nasıl çalışır, vicdani tutulma neden olur? Kişileri, kurumları, ülkeleri vicdanı körlük boyutuna getirmenin yolları nelerdir? Ve vicdan yeniden nasıl etkin şekilde çalışmaya başlar?

Psikolojideki superego (üst benlik) kavramı vicdanla örtüşmektedir. Vicdan içimizde iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı ayırt etmemize yardım eden bir pusula gibidir. Pusulamız çalışıyorsa vicdanımızın onaylamadığı bir davranışı gerçekleştirmemiz zorlaşır ancak yinede onay dışı davranırsak pusulamız darbe alır ve yeniden ayarlamak gerekir tabi bozulduğunu algılayabilirsek!

İçimizde ‘bu davranışın iyi ve insani, bu davranışın kötü ve insani değil’ diyen bir mekanizmadır vicdan. Peki, neye göre iyi neye ve kime göre kötü, vicdan kuralarını kim koyar? Örneğin: Hiroşima’ya atom bombasını tek tuşla atan pilot Albay Paul Tibbets hayatının son günlerine kadar ‘yaptığı işten hiç suçluluk duymadığını, içinin rahat olduğunu ve rahat uyuduğunu’ belirtmiştir. 65 bin kişinin ölümüne neden olan, bir o kadarının da yaralanmasına ve sakat kalmasına ve yıllarca sürecek radyasyon etkisine neden olan bombanın ateşleme tuşuna basan pilot nasıl bu kadar rahattır? Acaba tüm bu insanları tek tek öldürmesi gerekseydi böyle konuşmaya devam edebilir miydi?

Aslında hepimizde doğumla getirdiğimiz, göğsümüze ekili bir tohumdur vicdan. Ailemizden, öğretmenlerimizden, toplumdan, dinden öğrendiklerimizle, tohum yeşerir ve büyür.

Ailemizden ihtiyacımız olan dozda sevgiyi, güveni, saygıyı görerek büyüyor, ahlaki değerleri öğrenerek superegomuz gelişiyor ve çoğunlukla vicdan sahibi bireyler oluyoruz. Bunun tam terside mümkün tabii ki! Ve ender olarak da yetiştiğimiz koşullardan bağımsız, vicdanımız şekillenebiliyor.

Vicdanın sesini duymak için akıl yani soru sorabilmek, sorgulayabilmek ve gönülle dengelemek gerekiyor anladığım. Vicdan içimizdeki adalet terazisi gibi de adaleti tecelli ettirirken hangi kuralları işleteceğiz sorusu geliyor insanın aklına!

Vicdan ya da superego çağdan çağa, toplumdan topluma, kişiden kişiye değişebildiği gibi bireylerin yaşamaları boyunca kendilerindeki gelişim, değişim süreçlerine göre değişebilir. İnsanların değer yargılarının izdüşümüdür vicdan. Değer yargılarımız değiştiğinde vicdanın yorumları, yargılarıda değişecektir. Değişecektir de bu işin insana en çok yakışanı nasıl olur bu durumda?

Tüm bunları düşünürken Montaigne’in bir sözü bana ışık oluyor:

‘İnsan olmayı bilen, kitaplar yazmış ya da savaşlar kazanmış ve ülkeler fethetmiş bir kişinin yaptıklarından daha önemli bir şeyi başarmış demektir. Bunun dışında her şey – hükmetmek, kesemizi doldurmak, mal mülk edinmek- içi boş bir dekordan ibarettir. İnsanın hayatta en önemli eseri, doğru ve düzgün yaşamayı becermiş olmasıdır’

Montaigne bu sözüyle vicdana bir ölçü belirlemiş: İnsan olmak!

Hadi şimdi hepberaber düşünelim, insan olmak nedir?

Nasıl İNSAN olunur?

İnsan bedeninde olmak yeter mi İNSAN olmaya?

Tüm kör vicdanların açılması dileğimle…

Sevgiyle ve vicdanlı kalın.

 

Cinsellik ne ki?

Cinsellik ne ki? 150 150 dolunay

“Hiç cinsel ilişki yaşamadım ama bazen mastürbasyon yaptım. Bu vajinamın seklini bozar mı yani daha önce ilişki yaşamışım gibi? Geçen hafta erkek arkadaşımla bu konuda sorun yaşadık daha önce ilişkiye girdiğimi düşünüyor? Sizce doğru olabilir mi?”

“Dudaktan öpüşmeyle gebelik riski var mı?”

“Kızlar orgazm olduklarında kızlıkları bozulur mu?”

“Kız arkadaşımla üzerimizde iç çamaşırlarımız varken sürtünme yoluyla ilişki yaşadık, o kaygılanıyor, gebe kalma ihtimali nedir, çamaşırlarımızdan geçer mi?”

Şaşırdınız mı? Bu kadar da olmaz diyenlerinizi duyar gibiyim ya da ben de buna benzer durumlarda kaygılanmış ve merak etmiştim diyenleriniz de olabilir…16 yıldır karşılaştığım sorulardan sadece bazıları…

Üreme sağlığı cinsel sağlıkla ilgili farklı yaş gruplarından gelen bu sorular beni hem düşündürür hem üzer hem de çok kızdırır. Soranlara değildir kızgınlığım bize bu soruları sormak durumda bırakan, yeterli cinsel eğitimi vermediği gibi bununla da övünüp adına ahlak, namus diyen ilgili tüm zihniyete kızarım.

Okul günlerimi hatırlarım, biyoloji derslerindeki insan bedeni maketi gözlerimin önüne gelir bir an ve sorarım kendime o makette neden cinsel organlar yoktur?

Bize üreme ve cinsel organlarımızı anlayacağımız şekilde anlatsalardı ne olurdu? Bedenimize ait çok önemli işlevleri olan cinsel organlarımızla ilgili doğru bilgilere sahip olsaydık ne olurdu acaba? Eğitim sistemimizde insan bedeniyle ilgili dersler neden sonuç ilişkisi kurularak anlatılsaydı, sorgulamamıza, araştırmamıza izin veren bir eğitim sistemimiz olsaydı neler olurdu acaba?

Neler neler olurdu! İşte ilk aklıma gelenler;

  • Her şeyden önce yukardaki sorular ve yazamadığım binlerce soru olmazdı.
  • Çocukların, gençlerin ve hepimizin cinsellikle ilgili doğru bilgileri olurdu.
  • Bedenimizi gerçek anlamda sever ve korurduk, kendimizle barışık olurduk.
  • Garip korkularımız olmazdı, cinselliğimizi keyifle ve birbirimize saygıyla yaşardık.
  • Vajinismus, orgazm sorunları, erken boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları yok denecek kadar az olurdu.
  • İstediğimiz zaman, bedenimiz ve ruhumuz hazır olduğunda çocuk sahibi olurduk.
  • İnfertilite oranlarında düşüş olurdu.
  • HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma riskimiz çok düşük olurdu.
  • Erkeklerin cinsel konularda her şeyi bildiklerini zannetmezdik ve biz kadınlarda bedenimizle ilgili konularda söz sahibi olurduk.
  • Cinselliğimizi (erkekliğimizi ya da kadınlığımızı) abartmadan, daha dengeli yaşardık
  • Erkekliğin ölçütü penisin boyu değil ne kadar “Adam” olduğu olurdu.
  • Tecavüz, taciz olaylarında düşüş olurdu.

Okuyana bilgi;

Cinsellikle ilgili sıkıntılı duygular yaşamamızın, utanılacak bir durummuş gibi algılamamızın temel nedeni, cinsellikle ilgili korkuların, yanlış bilgilerin, abartılı söylencelerin, günah ve yasakların doğduğumuz andan itibaren ailemiz ve yaşadığımız toplum tarafından bilinçaltımıza kaydedilmiş olmasıdır.

Tüm bu bilinçaltı kayıtları, inançlarımızı ve korkularımızı oluşturur. İnançlarımız ve korkularımızsa davranışlarımızı belirler. Aslında, yukarıdaki koşullarda yetişen bir bireyin cinsel fobilerinin olmasına çok da şaşırmamak gerekir.

Hayalim; kendisiyle, bedeniyle, duygularıyla barışmış, dengeli, bedenine ve ruhuna ait sorumlulukları alabilen, huzurlu ve mutlu bireylerin çoğalması…

Sorularınızın cevaplarını cesurca aramanız dileğimle…Soru sormak özgürlüktür!

Sevgiyle

Sert mi yumuşak mı?

Sert mi yumuşak mı? 150 150 dolunay

Cinsel işlev bozukluklarından erkeklerin yaşadığı en önemli sorun sertleşme sorunudur.

Erektil fonksiyon bozukluğu yani sertleşme sorunu ereksiyonun oluşmasında ve cinsel aktiviteyi sürdürmede yaşanan güçlüklerdir.

Kişi ereksiyonu ya hiç sağlayamaz ya da ilişkiye girebilecek kadar sürdüremez. Erişkin erkeklerin %20’sinde görülebilmektedir. Erkeklerin %75’i yaşamının herhangi bir döneminde kısa süreli olarak ereksiyonu sağlama ve devam ettirme ile ilgili sıkıntı yaşadığını dile getirmektedirler.

Sertleşme sorunları bazen evliliğin ilk gecesinden ortaya çıkabilirken bazen de ilerleyen süreçte görülebilmektedir. İlk gecede erkek kaynaklı yaşanan cinsel sorunlar erkek ve kadın üzerinde ağır duygusal hasarlara yol açabilmektedir.

Ereksiyonu oluşturmada ve devamda yaşanan güçlüklerle ilgili olarak organik nedenlerin yani fizyolojik kökenli bir sorunun olup olmadığının çok iyi araştırılması daha sonra psikolojik etkenlerin incelenmesi önerilir. Bazen her ikiside ereksiyon üzerinde olumsuz etkiye yol açabilir.

Ereksiyon sorunlarına neden olan psikolojik nedenler arasında; hayatı boyunca hiç masturbasyon yapmamak, bunun günah ve suç olduğuna inanmak, çok ağır psikolojik rahatsızlıklar, takıntılar, baskıcı ve dini etkinin çok hissedildiği aile ortamında yetişmek, stres, tesadüfi başarısızlık gibi nedenler sayılabilir.

Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin çoğu bunun hayatlarında başlarına gelen en önemli sağlık sorunu olarak değerlendirirler. Öz güvenleri zedelenir. Kendine ve pek çok şeye kızarlar. Diğer kimlikleri de bu durumdan olumsuz etkilenebilir. Ereksiyon sorunlarında eşler arasında sorunlar yaşanabilmektedir. Evliliği ve ilişkiyi korumak için uzmanlardan destek alınması çiftin birbirlerine yardım etmesi önemlidir.

Sertleşme sorunlarında fiziksel yani organik nedenlerin iyi değerlendirilmesi gerekir. Yaşanan bazı uzun süreli hastalıklar ve bunların tedavisinde kullanılan ilaçlar ereksiyon sorununu ortaya çıkarabilir. Bu hastalıklar, ilaçlar ve maddeler kısaca şöyledir; şeker hastalığı ve ilaçları, antidepresanlar, psikiyatrik ve türevi ilaçlar, hormonal ilaçlar, varikosel gibi damar hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları ve ilaçları, tansiyon düşürücü ilaçlar, migren ilaçları, uyarıcı ilaçlar, kolesterol ilaçları, kilo kaybettirici ilaçlar, sigara, alkol, kokain, esrar gibi maddeler ve uyuşturucular.

Eğer bir süredir yukarıdaki sorunlardan birini ya da birkaçını birden yaşıyorsanız ve ereksiyon sorununuz da varsa ilaçlarınızı kullanmaya lütfen devam edin ve konuyu doktorunuzla görüşün. Sertleşmeyi daha kaliteli hale getirmek için yapılabilecekleri değerlendirmek ve öğrenmek için bir uzmandan eşinizle birlikte destek alabilirsiniz.

Eğer sertleşme sorunu yaşıyorsanız, doktora başvurmadan cinsel performansı artıracak ilaçlardan uzak durun. İnternet üzerinden satılan ilaçların geri dönüşü olmayan yan etkileri olabileceğini aklınızda tutun ve satın almayın.

Cinsel işlev bozukluklarının çoğunlukla psikolojik nedenlere bağlı olduğunu ve tedavisinin bu konuda çalışan uzmanlar tarafından yapıldığını, tedavide çift terapisinin kullanıldığını da hatırlatmak isterim.

Sıradanlık hastalığı

Sıradanlık hastalığı 150 150 dolunay

Kent

“Başka diyarlara başka denizlere giderim dedin
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
Ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi nereye baksam burada
Gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
Yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın
Ne bir gemi var, nede bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte
Yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.”

Konstantin Kavafis’in Kent şiiri

Nereden mi çıktı bu şiir? Aslına bakarsanız sizlerden, belki de birazcık benden çıktı. Bugünlerde kimle konuşsam, kimi dinlesem ve gözlemlesem, yaşama dair, yaşadıkları dünyaya, kente dair feryatlar yükseliyor. 21 Aralık Kıyamet sendromu mu dersiniz, kış geldi ondan mı dersiniz, ülkenin durumu malum ondan mı dersiniz, bilemiyorum? Herkeste bir çekip gitme arzusu, bir şeyler değişse, barış gelse ama bir an önce gelse, bir değişiklik olsa, kıyamet mi kopacak, kopsun bir değişiklik olur diyen bile var. Bir şeyler değişsin de ne değişirse değişsin şu sıradanlık bir gitse üstümüzden.

Dün yazarlık dersinde hocamız Mehmet Eroğlu “Yüzyılın en tehlikeli hastalığı sıradanlıktır” dedi. Gerçekten de çoğunlukla birbirine benzer, sıradan hayatlar yaşıyoruz. Sabah kalkıp işlerimize gidiyoruz, sabahtan akşama çoğunlukla sevmediğimiz işlerde mecburen çalışıp para kazanıyoruz. Kazandığımız parayla, AVM’lere gidip temel ihtiyaçlarımızı karşılıyor, reklamlarla bilinçaltımıza kodlanan, kendi seçimimiz zannettiğimiz çok da ihtiyacımız olmayan ıvırı zıvırı alıyor, bizim olmayan plastik parayla fazla harcayıp, gerçek borçlanıyoruz. Sistem mutlu, siz borçlu!

Bilgisayar karşısında acılı soslu patates cipsini yutarken, nette gezinip sosyalleşiyoruz. Sanal beğeniler, dürtmeler, alkışlar… Beynimizden birkaç hücreyi daha öldürüyoruz!

İnsanların çığlıklarına kulak kabarttığımda anlıyorum ki sıradanlaşan yaşamlarından kaçmak istiyorlar. Bir kısmımız sıradanlığı kırmak için emekli olmayı bekliyoruz; “Emekli olunca gideceğim bu şehirden, küçük bir kasabaya yerleşeceğim, belki kitap bile yazarım, şimdi o kadar yoğun ve yorgunum ki üretemiyorum.”

Ya da başka bir ses; “Çocuklar bir büyüsün, okulları bitsin, kendime zaman ayıracağım. Spor yapacak, gezecek, hayatın tadını çıkaracağım.”

Yalan, hepsi yalan. Siz de ben de biliyoruz. İnsanoğlu en büyük yalanları kendine söylüyor ne yazık ki!

İtiraz edenleriniz vardır umarım ve umarım beni yalancı çıkarmak için bir şeyler yapanlarınız da…

Aslına bakarsanız sıradanlığı kırmak için yaşadığınız kenti terk etmeye gerek yok bence.

İşte benden dökülen, sıradanlığı kıran altından kıymetli öneriler…

  • Her gün yaptığımız şeyleri farkındalıkla ve sevgiyle yapmak. Bugün farklı bir şey yapacak olsam ve bu yapacağım şey beni ve en az bir kişiyi daha mutlu etse, bu ne olur diye sormak.
  • Derin bir nefes almak, nefesin tüm hücrelerinize ulaştığını hissetmek, nefesin hayat olduğunu idrak etmek.
  • İçinden geçen güzel bir cümleyi not almak ve bir kişiyle paylaşmak.
  • Aynaya baktığında gördüğün varlığa teşekkür etmek.
  • İşe giderken kullandığınız yolu değiştirmek, belki daha uzak bir yolu denemek.
  • Her gün yaptığınız işleri, alışkanlıklarınızı fark etmek ve kısır döngüyü kırmak, alışkanlıklarınızı terk etmek.
  • Öfkelendiğin ama bir türlü öfkeni belli edemediğin bir kişiye öfkeni, düşüncelerini belli etmek/eğer zaten çok öfkeleniyor ve bunu hep aynı kişilere yansıtıyorsan sakin kalmayı deneyimlemek.
  • Hafta sonu AVM yerine parka, bahçeye, ormana gitmek, doğada zaman geçirmek.
  • Çok konuşkan biriysen bir gün boyunca susmayı, tam tersiysen bir gün boyunca konuşmayı deneyimlemek.
  • Hayatın boyunca okumadığın, tarzım değil dediğin bir gazeteyi, dergiyi ya da kitabı alarak okumak.
  • Emeklilik planınız varsaJ (kenti terk etmek haricinde) Örn: Kitap yazmak, resim yapmak, seramikle uğraşmak… Emekli olmadan öncede yapmayı denemek, “zamanım yok” demek hepimizin en büyük yalanıdır!
  • Sevdiklerinizin ve kendinizin kıymetini sağlıklıyken fark etmek.

Sıradanlık hastalığının tedavisine eklemek istedikleriniz var mı?

Sevgiyle ve farkındalıkla kalın