Hürriyet Aile

Kıyametin gelsin

Kıyametin gelsin 150 150 dolunay

21 Aralık’ta maya takvimine göre kıyametin kopacağını duymayan kalmadı. Ne kadar şanslıyız ki dünya üzerinde güvenli iki köyden biri de bizim ülkemizdeymiş! Kıyametin kopmasına 10 kala Şirince de konaklanacak tüm evler inanılmaz fiyatlara kiralanmış hatta karavan koyacak toprak bile kalmamış. Şirince köyü sakinleri kazandıkları paradan memnun olmakla birlikte şimdiden kara kara düşünüyorlarmış o gün ki “insan kıyamet”ini nasıl ağırlayacağını!

O gün elektrikler kesilecek, elektronik sistemler çalışmayacak, ısı düşecek, en çılgın tahmin ise 2-3 günlüğüne hava kararacak ve buzul çağı gelecekmiş! Çok az insan hayatta kalacakmış!

Bu senaryoya inananların sayısı azımsanmayacak kadar çok ki NASA’dan tutun da Diyanet İşleri’ne kadar pek çok kurumdan açıklamalar geldi. Bu senaryolara inananlar yiyecek stokları yaptı, ısınma sorununu çözmek için battaniye satışları patladı hatta buzul bölgelere özel hazırlanan battaniyeler satışa sunuldu. Giderayak, ekonomi canlandı. Bu tabloya baktığımızda insanlık şimdiden küçük bir kıyamet yaşıyor gibi…

Bu kıyamet söylevleri, çığırtkanlıkları beni kıyamet kavramı üzerine düşünmeye sevk etti. Zihnimde kıyametle ilgili çocukluktan beri biriktirdiğim ve dönem dönem kullandığım terimler dolanır oldu; “…kıyamet gibi insan”, “kıyamet gibi kalabalık”, “kıyamet/mahşer günü/yeri gibi”, Sezen Aksu’nun şarkısı ritmiyle beraber kulaklarıma doldu;

“Bak atının terkisine de atmış, gözleri şaşı gelini
Mor kaftanlara sarmış, haspam odun gibi belini
Ah verin elime de kırayım, cadının derisi kara elini
Seni gidi dilleri fitne fücur, kıyametin gelsin

…………..”

Kıyameti hiç yaşamadan ne kadar da çok bilişimiz var bu konuyla ilgili.

Tabii ki ne ilahiyatçıyım ne de uzay bilimci… Sadece bu konuda düşünen bir insanım. Düşünmeye devam ediyorum. Kıyam-et! Kıyam ayağa kalkış, uyanış demekmiş dinimize göre. Ölülerin dirilip, sorguya gideceği zaman. Her zaman daha da derinde ne var acaba diye sorma prensibimden olsa gerek soruveriyorum; Uyanmak ve ayağa kalmanın daha farklı bir anlamı olabilir mi acaba biz insanoğluna anlatılmak istenen? Uyan, uyan!

Uyanmak, kendine uyanmak, kendini varlığını fark etmek için uyanmak olabilir mi? Olayları, nesneleri, dünyayı, insanı görme biçimlerimizde değişiklik, farklılaşma, algılarımızın değişmesi, dönüşmesi olabilir mi?

İnsanın dünyaya geliş nedenini, yaşam amacını, vizyonunu sorgulamaya başlaması, varlığını araştırması, kendini yeniden inşa ederek, yeniden yaratması, kendi kıyameti olabilir mi?

Bazı olaylar yaşamak, başımıza bazı olayların gelmesi, örneğin çok sevdiğimiz birini kaybetmemiz, çok tehlikeli bir hastalığa yakalanmamız, ölümden dönmemiz ya da tüm mal varlığımızı bir günde kaybetmemiz, bazılarımızın kıyametini, yaşarken de getirmiyor mu zaten?

Kıyametten, ölümden, Tanrı’ya hesap vermekten ya da verememekten bu kadar korkuyorsak neden yaşarken İNSAN olmaya niyet etmiyoruz. İnsanın en büyük korkusu ölüm yani yok olmak diye bilinir, yeniden doğuşun ya da ölümden sonra yok olmayacağımızın garantisi olsa daha iyi mi yoksa daha kötü insanlar mı oluruz? İnsan denen varlık korkularından özgürleşirse insani çizgide onu ne tutar?

Çok , pek çok soru ve cevap geçiyor yüreğimden aklımdan, ben bir kaçını paylaşmaya çalıştım, sizlerde kendi sorgulamanızı yaparsınız kendi cevaplarınızı alırsınız akılınızdan ve gönlünüzden.

Sezen Aksu yeniden döndü kulaklarımda…

Kıyametten sonra görüşmek üzere…

HIV/AIDS Salgını

HIV/AIDS Salgını 150 150 dolunay

1-7 Aralık haftası HIVAIDS salgınına dikkat çekmek için çeşitli etkinliklerin, toplantıların düzenlendiği Dünya AIDS Haftasıdır.

Bu hafta nedeniyle HIV/AIDS konusunda Türkiye’nin en iyilerinden olan (benim de eğitimcileri arasında yer aldığım) Hacettepe HIV/AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi Koordinatörü Dr.Aygen Tümer’le yaptığım söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim. İşin doğrusunu, en güncel bilgileri ondan alıp aktarmak istedim.

Dolunay Kadıoğlu: Sevgili Aygen Hanım, HIV/AIDS’i artık çoğu insan en azından ne olduğunu biliyor ama yine de HIV/AIDS nedir bulaşma/korunma yolları neler, bilgi verebilir misiniz? Ayrıca HIV/AIDS sempozyumundan yeni geldiniz, güncel bilgileri de aktarırsanız sevinirim.

Dr. Aygen Tümer: HIV/AIDS sadece erişkinleri değil, bebek, çocuk, genç, yaşlı demeden herkesi etkileyebilen, henüz virüsün vücuttan atılmasını sağlayabilecek tam tedavisinin ve aşısının bulunamadığı bir hastalıktır. Tedavisi ekonomik olarak büyük yük getirmekle birlikte (aylık 2000-2500 TL), hastalıktan ölümü neredeyse ortadan kalkmıştır. HIV infeksiyonu ölümcül hastalık olmaktan çıkıp, yaşam boyu ilaç kullanımını gerektiren bir tür kronik hastalığa dönüşmüştür.

Hastalığın tanımlandığı ilk yıllarda HIV infekte vakalar az sayıda olması nedeni ile fazla ilgi çekmemişti. Ne zamanki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve infekte hamile kadınlardan da bebeklere geçmesi ile vakaların giderek artmaya başlaması ile tüm dünyanın odak noktası haline gelmiştir.

HIV bulaştıktan sonra kişi kendinden kuşkulanmaz ise 8-10 yıl hiçbir belirti vermez. HIV kanda çoğalmaya devam eder, bağışıklık sistemin çoğunluğunu ele geçirdikten sonra AIDS’in belirtileri ortaya çıkmaya başlar. KAN testi yapılmadan kişide HIV olup olmadığı asla bilinemez.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Aralık 2012 verilerine göre dünyada ortalama 34 milyon HIV infekte kişi yaşamakta olup, hastalığın tanımlandığı ilk günden beri 37.6 milyon kişi hayatını bu hastalık nedeni ile kaybetmiştir.

2011 yılı içinde 2.5 milyon yeni vaka bildirilmiş olup, bu sayılara günde 7000 yeni vaka ilave olmaktadır. Tüm HIV infekte vakaların %95’inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde, %84’ü de Sahra-altı Afrika, Güney ve Güney-doğu Asya’da görülmektedir. Günümüzde HIV/AIDS hastalığı Sahra-altı Afrika’da birinci, dünyada ise 4. ölüm nedeni olarak bildirilmektdir.

SSCB’nin parçalanması ile meydana gelen değişimlerle Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya’da HIV infeksiyonunun süratle yayıldığı görülmektedir. (Bu da Türkiye’yi çok etkiliyor).Dünya nüfusunun 1/5’inin yaşadığı Çin’de, özellikle damar içi uyuşturucu madde kullananlar arasında HIV pozitiflik oranının kısa sürede yükselerek %70’lere ulaştığı saptanmıştır.

HIV/AIDS hastalığı en sık korunmasız yapılan heteroseksüel cinsel temasla, ikinci sıklıkta damar içi madde kullananların ortak paylaştığı enjektörle, üçüncü sıklıkta ise korunmasız yapılan homoseksüel cinsel temasla bulaşmaktadır.

Bulaşma yollarına kısaca bakacak olursak;

  • Cinsel yolla bulaşma:HIV’ın en önemli bulaşma yolu korunmasız yapılan (vajinal, oral, anal) cinsel temastır. Bu tür bulaşmaya bağışık kimse yoktur. Bulaşma için HIV pozitif kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterlidir, cinsel temas sayısı arttıkça bulaşma olasılığı artmaktadır.
  • Kan ve kan ürünleri ile bulaşma:Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeniyle, virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir.
  • Anneden bebeğe bulaşma:HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve emzirme ile bebeğe geçebilmektedir. Bu olasılık %20-30’dur. Ancak HIV pozitif anne gebeliği süresince tedavi alır, doğum 38. haftada sezaryen ile yapılır, bebek doğumdan sonra belli süre tedavi alır ve hekim kontrolü altında olursa ve anne bebeğini emzirmez ise bu oran %1-2’lere kadar düşebilmektedir.

    HIV birçok vücut sıvısında bulunmasına rağmen yoğun olarak bulunduğu kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları ile bulaşabilmektedir.

Dokunmak, el sıkışmak, sarılmak, aynı yerde oturmak, aynı saunayı, havuzu, banyoyu, tuvaleti paylaşmak, aynı tabağı, bardağı, çatalı, kaşığı kullanmak, aynı giysileri giymek, telefon kulaklığı, gözyaşı, ter, tükürük, sivrisinek, böcek, arı sokması ile HIV bulaşmamaktadır.

Ve tabii ki ülkemizde durum ne ona da bakalım.

Türkiye’de HIV/AIDS

Tüm dünyada HIV/AIDS vakalarının hızla arttığı gözlenirken Türkiye’nin bu salgının dışında kalması beklenmemektedir. Ülkemizde Aralık 2011 T.C. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 5224 HIV/AIDS vakası vardır. Bunların 921’i AIDS basamağına ulaşmış, 4303 kişi ise HIV infektedir. Ancak özellikle cinsel yolla bulaşan infeksiyonlar konusunda kişilerin sağlık kurumlarına yeterli başvurularının olmamaları, kayıt sistemlerinin yeterli çalışmaması, bu sayının gerçekleri yansıtmadığını düşündürmektedir.

Günümüzde uygulanan tedavi, erken başlandığı zaman daha etkili olmakta ancak ekonomik olarak büyük yük getirmektedir. Hastaların tedavi giderleri Sağlık Kurulu raporu ile belgelenmesi halinde, Sosyal Güvenlik Kurumuna (657 sayılı yasaya bağlı memurlar, SSK kapsamındaki işçiler, Bağ-Kur’lular) bağlı olanların ve yeşil kart sahiplerinin karşılanmakta ise de, bu tip tedavi olanağı olmayan hastalar tedaviden yararlanamamaktadır. Özel sigorta şirketleri ise ödeme yapmamaktadır. Türkiye’de kısıtlı sayıdaki olgunun tedavisi konusunda yaşananlar, gelecek için alınacak önlemlere ışık tutmalıdır.

Korunma yolları’dan da bahsedelim kısaca;

HIV/AIDS hastalığında henüz virüsün vücuttan atılmasını sağlayabilecek tedavisinin olmayışı ve aşı çalışmalarının da devam ediyor olması nedeni ile hastalığın yayılmasının kontrolünün zor olabileceği düşünülmektedir. Tedavinin pahalı ve yan etkilerinin olabilmesi ayrı bir sorundur. Tüm bu nedenlerle HIV/AIDS’in yayılımını önleyici eğitim çalışmalarının yapılması çok önemlidir.

Korunma, virüsün cinsel yolla, kan yolu ile ve anneden bebeğe geçişi önleme esasına dayanmaktadır.

Cinsel yolla bulaşmaya karşı korunma: Cinsel aktiviteden tamamen kaçınarak veya cinsel partnerle karşılıklı olarak tek eşli yaşayarak kesin olarak HIV infeksiyonunun bulaşması önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında prezervatif (kondom, kılıf, kaput) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve devamlı kullanılması, yırtık veya delik olmaması koşuluyla ispatlanmıştır. Kadınlar için özel olarak hazırlanmış kondomlar da doğru ve devamlı kullanımda etkili olmaktadırlar.

Kan ve kan ürünleri ile bulaşmaya karşı korunma: 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile kan ve kan ürünleri hastaya verilmeden önce HIV yönünden taranmaya başlamıştır. Bu bir yasal zorunluluk olup, 1987 yılından beri de ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV yönünden test edilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaşma riskini azaltmaktadır.

Anneden bebeğe geçiş için korunma: Eğer kadın HIV pozitif ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna rağmen gebe kalan ya da gebe kaldıktan sona HIV taşıdığını öğrenen HIV pozitif kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmakta ısrarlı ise gebeliğin belli ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe tedavi başlanmakta ve hasta yakın takibe alınmaktadır.

Anne sütü ile virüsün geçişi gösterildiğinden annenin bebeği emzirmemesi önerilmektedir.

Ülkemizde henüz sayıları binlerle ifade edilen HIV infekte vakalar için, hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak hepimizin görevi olmalıdır. En önemlisi de HIV pozitif kişileri toplumdan dışlamadan hep beraber elele vererek yaşamalıyız ki, bu hastalığa karşı mücadele edebilelim.”

Aygen Hanım’a değerli katkılarından dolayı çok teşekkür ediyoruz. Onun çalışmaları ve bilgileri hepimiz için çok kıymetli.

NOT: Aygen Hanım’la bağlantı kurmak isteyenler için mail adresini paylaşıyorum. Belki daha detaylı sormak istedikleriniz olur.

Dr. Aygen Tümer
Hacettepe Üniversitesi HIV/AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi
(HATAM)
e-posta: atumer@hacettepe.edu.tr

Sevgilerimle

Seks yaptığım anlaşılır mı?

Seks yaptığım anlaşılır mı? 150 150 dolunay

“Cinsel ilişkiye girdiğimde dışarıdan bakınca anlaşılır mı?” çok sık sorulan ve kafa kurcalayan sorulardandır. Özellikle genç kızlar bu sorunun cevabıyla çok ilgilenirler çünkü halk arasında ilk cinsel ilişkiye/ilişkiye girdiğinde yüzünden, bedeninden belli olur (parlaklık, kızarıklık…) gibi yanlış inançlar vardır.

Cinsel ilişkiye girmek, istediğiniz keyif aldığınız bir deneyim oldu ve oluyorsa kişilerde mutluluk hormonu üretilmesini sağlar. Çikolata yemek, spor yapmak, keyifli zaman geçirmek de mutluluk hormonu tetikler. Mutluluk hormonu da yüzümüzde mutlu bir ifadeyle kendini gösterir. Bu açıdan bakıldığında arada pek fark yoktur. İlk cinsel ilişkiye yüklediğimiz abartılı anlamlar bu tip hurafelerin oluşmasına neden olmuştur.

“Daha önce cinsel ilişkiye girdiğimi erkek arkadaşım anlar mı?” sorusu da sık karşılaşılan sorulardandır. Aslında buna göreceli cevaplar verilebilir. Eğer erkek arkadaşınızla ilişkiye giriyor ve bakire değilseniz erkek arkadaşınız da kan beklentisi varsa, anlaşılma ihtimali var, ama bakire olup olmadığınızı erkek arkadaşınız değil ancak bir jinekolog anlayabilir. Bununla birlikte kadınların yüzde otuzu daha esnek zar yapısına sahiptir ve ilk ilişki sırasında kan/leke ortaya çıkmaz. Bu durumda hiç anlaşılamaz ancak tüm bunlardan daha önemli olan şey; erkek arkadaşınızla aranızdaki güven ve sevgidir. Siz nasıl ki onun daha önce ilişkiye girip girmediğine önem vermiyorsanız onun da sizin ilişki deneyiminiz olup olmamasına takılmaması gerekir. Ancak ülkemizde ilişkilerde süreçler böyle yürümüyor. Erkek cinsel ilişki yaşayabilirken kadına yasaklar konuyor.

Aslında her iki taraf içinde çok önemli olan bir şey var bence, bedenini pek çok cinsel yolla bulaşan hastalıklardan, istenmeyen gebelikten korumak için bedenen ve ruhen hazır olmadan cinsel ilişki yaşamayı ertelemek. Çünkü cinsel birleşme sorumluluk gerektirir. Vajinal, oral, anal her türlü cinsel ilişkiyi ruhsal ve bedensel olarak hazır olunmadan yaşamak psikolojik sorunları ortaya çıkarabileceği gibi HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklara ve gebelikleri de zemin hazırlar. Kendini hastalıklardan ve gebeliklerden korumak için cinsel ilişkiye girme sorumluluğunun farkında olunmalıdır.

İyi bir ilişkide karşılıklı “Hayır” lara ve birbirine saygı duymak, acele ettirmemek, zorlamamak çok önemlidir. Cinselliği yaşamak sadece cinsel birleşme yoluyla olmaz, öpüşme, ön sevişme, dokunmak, mastürbasyon ya da karşılıklı mastürbasyon da cinselliktir.

Kara kutu

Kara kutu 150 150 dolunay

Kadın ne zaman kadın olmaktan vazgeçti? Kendi isteklerinden, arzularından kendinden ne zaman vazgeçti? Birden mi oldu ki? “Hayır” diyorum hemen, yüzyılların içinde oldu. Kadına kim yaptı bunu? Kadın neden bu kadar kolay kendinden vazgeçti? Ona vaat edilen neydi? Neyle kandırıldı? Pembe panjur ne zaman moda oldu?

Kadını ne zaman eve kapattık,” Annelik” apoletlerini omzuna takarak, kutsal rolünü ne zaman biçtik? En büyük görevinin evine sahip çıkmak olduğunu, çocuk doğurup büyütmek, erkeğine hem annelik hem kadınlık yapmak olduğu yalanını ne zaman uydurduk? Kadından neden korktuk acaba, zapt edemezsek ne olacak sandık?

Sorular, sorular, arkası kesilmiyor soruların…

Tarih neden sadece erkeğin hikayesini anlatır, (history -Onun hikayesi), kadının hikayesine ne oldu, tarihi sadece erkek mi yapar kendi kendine, tarih sadece kazanılan savaşlardan mı yazılır? Akan erkek kanlarıyla mı yazılır tarih, kadınların rolü hiç mi yoktur, mesela 2. Dünya savaşında Paris’in yerle bir olmasını engelleyen önemli faktörlerden biri de Fransız kadınları değil midir?

Peki, kadını cinsel meta yapmamız hangi tarihlere rastlar? Kadın her şeyi sattırır düşüncesi nereden geldi? Bir kadın ilk kez ne zaman bir reklamda bir ürünle beraber satıldı acaba?

Kadının kendi bedenine yabancılaşması bir insana yapılabilecek en acımasızca şey değil miydir?

Zihnimden buna benzer sorular, sorgulamalar geçiyordu ki “biz ona kara kutu diyoruz kızlar arasında” cümlesiyle kendime geldim. İlk geceyle ilgili endişeleri vardı karşımdaki genç insanın , “canım çok yanacak diye korkuyorum, düşününce bile kendimi kasıyorum” diyordu.

Onunla konuşuyor, bir taraftan da zihnimi susturmaya çalışıyordum ama nafile, geveze zihin susar mı hiç! Sorgulama çeşmesi açılmıştı bir kere.

Kara kutu, kutu,… Vajina’ydı gerçek adı, kadın kendi cinsel organının adını ne zaman söylemez, ne zaman söyleyemez olmuştu? Hatta vajina Latincesiydi, Türkçesine ne olmuştu da kullanmayı bırakmıştık? Cinselliği kadından bu derece koparan, erkeğe serbest kılan, kadına yasaklayan, kendi cinsel organının adını söyletmeyen şey, kibarlık olamazdı, olsa olsa cahillik, kabuklar, modernleştikçe kendini unutan insanlık olabilirdi. Bu cehalet, bu kabuk garip ama okumuşu daha çok buluyordu, okullu olanı, kentte yaşayanı daha çok seviyordu. Kentlinin dış ve iç kabukları daha kalındı, kat kattı… Ayıp olurları, elalemi, günahları, yasakları, kuralları, sırları daha çoktu…

Köyde ya da kırsalda yaşayan- havasından suyundan olsa gerek- kabuksuzdu. Köylük yerde tüm ihtiyaçlarla ilgili konuşmak doğaldı. Ayıp henüz köye gelmemişti.

Bizim gibi ülkelerde çok sık görülen vajinimus da bunların sonucu değil miydi? Abartılı ve yanlış bilgiler, ilişki olurken acıyacak, çok kanama olacak korkusu, penis korkusu… İlk vajinismus kimdi acaba dünyada? Literatür de 1860’lı yıllarda Amerikalı Jinekolog J. Martin Sims “…evlilik hayatında her iki tarafında bu kadar mutsuz eden başka bir hastalık yok…”diye tanımlıyordu vajinismusu. Çok daha öncesi vardı muhtemelen, kadın bedeninin cinsel keyfin bedeli olarak ödediği acıyı yani doğum sancısını yaşadığı zaman kadar eski olabilir miydi! Kim bilir belki!

Peki ne olursa kadın bedenini keşfeder, kendi haklarının peşine düşer?

Kadın kendi cinselliğine nasıl uyanır? Olmasa da olur demekten ne zaman vazgeçip, olmazsa olmaz der.

Galiba pek çok cevap var ama ‘öz cevap’ bence şudur; Kadın kendini keşfettikçe, farkettikçe, bedenini her haliyle sevmeyi deneyimleyip- zayıf olacaksın, daha da zayıf olacaksın, kendine bakacaksın gibi sistem dayatmalarından özgürleştikçe- sadece eş, anne olmaya gelmedim dünyaya, ben önemliyim, değerliyim, isteklerim değerli, arzularım değerli demeyi ve bunların peşinden gitmeyi öğrendikçe bu düzen değişir sevgili dostlar! Vajinismus, orgazm sorunları gibi pek çok cinsel işlev bozukluğunu en aza indirecek en etkin yolda kadının kendi bedenini keşfetmesidir.

Bu arada, “neden erkekleri de yazmadın, biz de penise penis diyemiyoruz rahat rahat” diyecek bir ErKeK olursa; onu da başka yazıda yazarım ama en iyisi onu da siz yazıverin sevgili erKeK’ler 🙂

Sevgiyle…

Genç erkeklerin cinsellikle ilgili merak ettiği sorular

Genç erkeklerin cinsellikle ilgili merak ettiği sorular 150 150 dolunay

Geçen hafta genç kızların cinsellikle ilgili en çok merak ettiği konulara değinmiştik. Bu hafta ise genç erkeklerin soruları ile devam ediyoruz.

  1. Bir erkek ilk cinsel deneyimini hangi yaşta yaşanmalı?

Erkek için de kadın için de kesin bir yaş yoktur. Bununla birlikte ergenlik döneminde, henüz bedeni hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadan ve beden tam gelişmeden yaşanan cinsellik, ergen gebeliğinden, küretaja ve HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklara kadar uzanan bir sonuç tablosunu gencin karşısına çıkarabilmektedir.

Cinselliğin sağlıklı olabilmesi için temel koşul genç kızların ve erkeklerin üreme organlarının gelişimini tamamlamış olmasıdır. Ancak bedensel gelişimden daha önemlisi, ruhsal gelişimdir. Ruhsal olarak cinsel ilişkinin hem kendiniz hem de partneriniz için sorumluğunu alabilmeniz gerekir. Erken ya da hazır olmadan yaşanan cinsellik; bireyde suçluluk, pişmanlık, utanç gibi içsel barışı bozabilecek duygular yaşatabilir. Tüm bu nedenlerle; güvenli cinsel ilişki kavramı öncelik kazanır. Güvenli cinsel ilişki; karşılıklı güvenin, dostluğun, sevgi ve saygının yaşandığı bir ilişkidir. Bireyler arası paylaşımın arttığı ve yoğun olumlu duyguların yaşandığı ortamda iyi iletişim kurmak, kendini ortaya koyabilmek, ‘hayır’ ya da ‘evet’ diyebilmek, cinsel eşini zorlamamak ilişkinin sağlıklı yürümesi için şarttır.

  1. Ya ereksiyon olmazsam? Penisim sertleşmezse ne yaparım?

Özellikle ilk ilişki yaşanacağı zamanlarda erkeklerin bu tip kaygılar duyması doğaldır. İlkler her zaman heyecan verir. Ya ereksiyon olamazsam kaygısı daha da artarsa ereksiyon sorunları yaşanabilir. Rahat olmaya çalışın, herhangi bir sorun yaşarsanız da bunun doğal olduğunu bilerek üzerinde durmayın.

  1. Günde ya da haftada kaç kez cinsel ilişki yaşanmalıdır, normali kaçtır?

Çiftlerin karşılıklı istekleri, onayları ilişkinin sıklığını belirler. Cinsellikte kesin sayılar, rakamlar ya da kurallar yoktur. Normali ve kuralları çiftler belirler. Burada önemli olan karşılıklı uyumdur.

  1. Mastürbasyon yaparsam penisim uzar mı, “çok yapınca çocuk olmaz yüzünde sivilceler çıkar” diyorlar doğru mu?

Mastürbasyonun cinsel organların gelişiminde herhangi bir etkisi yoktur. İnfertileye de neden olmaz. Cinsel organın boyunu uzatmaz ya da kısaltmaz. Sivilce yapmaz.

  1. Aşırı mastürbasyonun bir zararı olur mu? Olursa bunlar nelerdir? Ayrıca mastürbasyon zararlı mı?

Eğer birey mastürbasyonu olumsuz bir davranış gibi değerlendiriyorsa, bundan olumsuz etkilenir. Her şeyden önce bireye mastürbasyon yapmanın olumsuz bir davranış olmadığını aktarmak gerekir. Ergenliğe girildiği ilk yıllarda mastürbasyon yapmaya istek fazladır, ergenliğin ve gençliğin ileri evrelerinde bu istekte dengelenme çoğunlukla görülür. Ancak kişi mastürbasyondan başka bir şey düşünemiyorsa, uygunsuz yerlerde(sınıf, toplu taşıma…) bu yönteme başvuruyorsa, sosyal aktivitelerine ayıracağı zamanı mastürbasyona ayırıyorsa yani takıntı haline geldiyse bir sorun var demektir.

  1. Mastürbasyonun faydaları ve zararları nelerdir?

Mastürbasyonun fiziksel bir zararı olmadığı gibi, ruhsal açıdan zararlı hiçbir etkisi de yoktur. Aksine cinsellik gibi doğal bir dürtünün doyumunu sağlayan mastürbasyon bastırıldığı takdirde doyumsuzluk ve sinirlilik gibi kaçınılmaz durumlara yol açabilir.

Mastürbasyon çok sık yapılıyorsa yalnızlığın veya sosyal beceri eksikliğinin bir belirtisi olabilir. Uygunsuz yer, zaman, araçlarla yapılıyorsa, konuyla ilgili bir uzmana danışılması gereklidir.

  1. Mastürbasyondan sonra suçluluk duyulması doğru mudur, yanlış mıdır?

Toplumumuzda, mastürbasyonun yapılmaması gereken bir davranış olduğuna dair yaygın ve yanlış bir inanış vardır. Birey bu yanlış inanca sahipse ya da bu yanlış bilginin etkisinde kalıyorsa ya da inançları gereği bunun yanlış olduğunu düşünüyorsa ve bütün bunlara karşın yine de mastürbasyon yapıyorsa suçluluk duyabilir. Mastürbasyon özellikle düzenli bir cinsel eşi olmayan kişiler için temel bir cinsel doyum yöntemidir, sağlıklıdır ve suçluluk duyulmamalıdır. Kişinin mahremidir, özelidir. Uygun yer ve sıklıkta yapıldığında kişinin ruhsal ve cinsel sağlığı üzerinde olumlu etkiye sahiptir.

  1. Kondom kullanmayı sevmiyorum, zevk alamıyorum, kullanmasam olmaz mı?

Kondom HIV/AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklardan koruyan şimdilik tek yöntem. (tabii hiç cinsel birleşme yaşamazsanız da korunursunuz.) Keyif konusuna gelince; keyif komutu penise beyinden gider. Eğer ‘kondomla keyif alamayacağınıza, keyfin azalacağına’ inanırsanız, beyin bu komutu gerçekleştir. Tam tersi de mümkün, yani bu konuya takılmazsanız hiç sorun olmaz. Ayrıca cinsel keyif sadece cinsel birleşmede alınmaz, dokunmayı, ön sevişmeyi de unutmamak gerekir.

  1. Erken boşalırsam ve onu tatmin edemezsem?

Eğer ergenlik dönemindeyseniz ya da 20’li yaşlarda ve düzenli cinsel yaşamınız yoksa erken boşalmanın olması ya da boşalma üzerinde kontrolün her zaman istendiği gibi sağlanamaması doğaldır. Tatmin karşılıklıdır ve tek yol cinsel birleşme değildir. Oral seks ya da karşılıkla mastürbasyon da yapılabilir. Eğer düzenli bir cinsel yaşamınız var ve 25 li yaşlarda iseniz ve erken boşalma sorununuz varsa cinsel terapi desteğiyle bu sorunu çözebilirsiniz.

  1. Partnerim benden daha tecrübeli ise ve benim ilk kez cinsel deneyim yaşayacağımı anlarsa?

Anlarsa da bu konuda doğal olun, bu utanacağınız bir durum değil.

  1. Porno filmlerdeki gibi penisim yok ve partnerim filmdeki kadınlar gibi zevk almıyor. Ben de bir problem mi var?

Porno filmlerde gördüğümüz penis boyları, ereksiyon süreleri normal değildir. İlişki süreleri, kadınların çıkardıkları sesler, vajina genişlikleri abartılıdır. Penis boyları gereğinden fazla büyük, kadınların çıkardıkları sesler de taklittir. Yani sizlerde bir problem yok. Porno filmler sadece filmdir, adı üstünde film!

  1. Sürekli porno film izlemek istiyorum, acaba sapık mıyım?

Eğer sürekli porno izleme isteğiniz varsa ve bu hayatınızın akışını engelliyorsa bir uzmandan yardım almalısınız. En iyisi birazcık spora ya da diğer sosyal aktivitelere zaman ayırın ve pornoyu daha dengeli kullanmaya çalışın.

  1. Bazen gece boşalması yaşıyorum ve yatağım ıslanıyor? Bu normal mi ve nasıl engelleyebilirim?

Eğer ergenlik dönemindeyseniz bu gayet doğaldır. Düzenli ve normal sınırlarda mastürbasyon yapıyorsanız gece boşalmalarınızda azalma görülür.

  1. 15 yaşındayım. Seks düşünmediğim halde bazen penisim sertleşiyor. Böyle durumlarda ne yapmalıyım?

Ergenlik döneminde özellikle ilk erinlik döneminde kontrol dışı olarak peniste sertleşmeler olabilir. Bu, seksten bağımsız ve çok normal bir durumdur ancak genci zor durumda bırakır ve utandırır. Bu tür durumlarda sakin olun ve geçmesini bekleyin, büyümeye bağlı doğal bir süreç olduğunu bilin.

  1. Penis boyunun büyük ya da küçük olması önemli midir? Normal boyu ne olmalıdır? Küçükse büyümesi için ne yapılmalıdır?

Erkeklik organı ergenlik döneminde (11-12 yaşlarında) başlayıp 18-19 yaşına kadar büyür. Erişkin bir erkekte normal penis boyu 10-16 cm arasındadır.

Penisin boyu ile işlevi ve erkeklik gücü arasında doğrudan bir ilişki yoktur. 10-12 cm boyunda penisi olan erişkin bir erkeğin düzenli bir cinsel yaşamı olabildiği gibi, 17-18 cm penisi olanlar da sorunlarla (örneğin sertleşme sorunu gibi) karşılaşılabilmektedir. Bu nedenle penisin boyundan çok işlevini yeterince yerine getirip getirmediğine bakılmalıdır. Yine de penis boyunun küçük olduğu yakınmasıyla başvuran bireylere, eğer çok istiyorsa ameliyatla yardımcı olunabilir. Ancak penis boyu normal olanlara ameliyat önerilmemektedir.

  1. Sünnet olmanın cinsel istek üzerinde bir etkisi var mı?

Hayır etkisi yoktur.

Genç kızların cinsellikle ilgili merak ettiği sorular

Genç kızların cinsellikle ilgili merak ettiği sorular 150 150 dolunay

Üniversite yıllarımdan beri üreme sağlığı ve cinsel sağlık konularında hem eğitimlere katılmakta hem de eğitimler vermekteyim. HIV/AIDS ile ilgili ilk stand çalışmamızı ODTÜ bahar şenliklerinde 2 kız arkadaşımla birlikte yapmıştık. HIV/AIDS le ilgili bilgilendirmeler yapmış, broşürler ve kondomlar dağıtmıştık. Yıl 1995 idi…

Yılların içinde pek çok yerde, sokakta alışveriş merkezinde bu çalışmalara devam ettik. Acaba o yıllarda yaptığımız bu çalışmayı bu yıllarda o kadar rahat yapabilir miydik? İzinleri almak o yıllardaki kadar kolay olur mu şimdilerde? Neyse, o yıllardan bugünlere kadar okullarda (lise ve üniversitelerde) ergenlere/gençlere yönelik olarak sayısını hatırlamadığım bilgilendirme çalışmaları yaptık. Binlerce genç binlerce soru…

Sizlerle bu sorulardan bazılarını ve cevaplarını paylaşacağım. Hala eğitimlere gidiyorum ve ne acı ki sorular hep aynı, pek değişmiyor. Cinselliği yok saymak cinselliği yok etmiyor, tam tersine… Hayal ediyorum, bir gün bu ülkede cinsel eğitim müfredata girecek, bilgiyle yeneceğiz pek çok sorunu.

(Kızların ve erkeklerin sordukları sorular biraz farklı bu nedenle soruları ikiye ayırdık, bu hafta genç kızların sorularına yer vereceğiz, haftaya genç erkeklerin soruları ile devam edeceğiz.

Sürtünme yoluyla hamile kalır mıyım? İç çamaşırı ile seviştiğimde hamile kalma ihtimalim nedir?

Üzerinizde iç çamaşırlarınız varsa hamile kalmazsınız ama iç çamaşırları olmadan vajina üzerine yapılan sürtünme ve boşalma gebeliğe neden olabilir.

Bakireyken hamile kalınır mı?

Kalınabilir. Kızlık zarı vajina girişinin 2-3 cm içindedir ve ortası boş bir yapıdır. Vajinanın girişine boşalma olduğunda gebe kalma riski vardır. Bakire olmak gebeliğe engel değildir.

İlk cinsel ilişkide çok canım yanar mı? Çok kan gelir mi? Ya kanamam durmazsa?

İlk cinsel birleşmede, iki taraf da rahatsa, iyi bir ön sevişme yapılıyorsa, ıslanma varsa, sakince giriş gerçekleştiriliyorsa acıya ve kanamaya pek rastlanmaz, bazen birazcık kahverengi ya da pembe lekelenme görülebilir. Kanamanın ya da acının olması demek, sisteme uygun olmayan bir şeyler olduğunu gösterir (zorlama, hafif yırtılmalar gibi…) Kanama durmuyorsa mutlaka bir uzmana muayene olmak gerekir.

Orgazm olmak nasıl bir şey? Orgazm olduğumu nasıl anlarım?

Orgazm, cinsel keyifte hissedilen üst düzey cinsel doyumdur. Orgazm olduktan sonra kişi rahatlama hissi yaşar. Kadınlar orgazm olup olmadığını kolayca anlayabilirler. Vajina dolgunlaşır, vajen içinde hafif kasılmalar olur, kalp atışı hızlanır ve keyif hissi çoğalır.

Kızlık zarı kaç cm içerdedir? Tampon kullanmak zarı bozar mı?

Zar vajinanın 2-3 cm içindedir. Tampon, parmak, penis ucu ya da başka bir cismi vajinanın çok az kısmına yerleştirmek bile zara zarar verebilir.

Kızlık zarı dikilebilir mi?

Evet

Mastürbasyon nedir?

Bireyin karşı cinsiyetten ya da kendi cinsiyetinden biriyle değil çeşitli görsel (video, gazete, dergi,…), düşünsel (hayal objesi,…) ve fiziksel (kendi kendine dokunma…) yöntemler kullanarak kendi kendini tatmin ederek cinsel doyum sağlamasıdır.

Mastürbasyon yaparsam kızlık zarım yırtılır mı?

Masturbasyon sırasında vajinaya herhangi bir cisim –parmak dahil- sokulmuyorsa kızlık zarı bozulmaz.

Erkek arkadaşım ilişkiye girmek istiyor ama ben istemiyorum, ilişkiye girmezsem onu kaybetmekten korkuyorum ne yapmalıyım?

Seni seviyorsa sana saygı duyacak ve ‘Hayır’ını kabul edecektir. İstemediğiniz ve hazır olmadığınız hiçbir şeyi yapmayın. Bedeninize önce siz sahip çıkacaksınız, sevecek ve koruyacaksınız ki karşılaşabileceğiniz pek çok sorundan korunacaksınız. İstenmeyen gebelikler ergenlikte çok görülmektedir. Ayrıca HIV/AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıkların en çok bulaştığı yaşlar da ergenlik yaşlarıdır. ‘Hayır’ da hayır vardır.

Seks için en ideal yaş nedir?

Her şeyden önce bilinmesi gereken “Kesin bir yaşın olmadığı” dır. Ancak ergenlik döneminde, henüz bedeni hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadan yaşanan cinsellik, ergen gebeliğinden, küretaja, HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklara kadar uzanan bir sonuç tablosunu gencin karşısına çıkarabilmektedir.

Cinselliğin sağlıklı olabilmesi için temel koşul genç kızların üreme organlarının gelişimini tamamlamış olmasıdır. Ancak bedensel gelişimden daha önemlisi, ruhsal gelişimdir. Ruhsal olarak cinsel ilişkinin sorumluluğunu alabilmemiz, kendimizle barışık olmamızı gerektirir. Erken ya da hazır olmadan yaşanan cinsellik; bireyde suçluluk, pişmanlık, utanç gibi içsel barışı bozabilecek duygular yaşatabilir. Tüm bu nedenlerle; güvenli cinsel ilişki kavramı öncelik kazanır. Güvenli cinsel ilişki; karşılıklı güvenin, dostluğun, sevgi ve saygının yaşandığı bir ilişkidir. Bireyler arası paylaşımın arttığı ve yoğun olumlu duyguların yaşandığı ortamda iyi iletişim kurmak, kendini ortaya koyabilmek, ‘hayır’ ya da ‘evet’ diyebilmek, cinsel eşini zorlamamak ilişkinin sağlıklı yürümesi için şarttır.

İyi ve sağlıklı bir cinsel ilişki nasıl olmalıdır? Bu ilişkilerde nelere dikkat etmeliyiz?

İyi ve sağlıklı bir cinsel ilişki, eşler arasında uyum ve doyumun yaşandığı ruhsal ve bedensel sağlığın önemsendiği bir süreci tanımlar. Bu süreçte eşlerin birbirleri ile ilgili beklentilerini, isteklerini bilmeleri, cinsel istekler konusunda baskıcı davranmamaları ve birbirlerinin cinsellikle ilgili düşünce ve isteklerine saygı duymaları gerekir. Ayrıca cinsel aktivitenin paylaşıldığı kişinin herhangi bir cinsel yolla bulaşan hastalık taşıyıp taşımadığı bilinmiyorsa, mutlaka kondom kullanılmalıdır. Kondom HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklardan koruduğu gibi istenmeyen gebelikleri de önler.

Seks yaptığımı annem babam anlar mı?

Hayır, seks yapmak dışarıdan anlaşılabilecek bir durum değildir.

Ailemle jinekoloğa gitmek zorunda kalırsam bakire olmadığım anlaşılır mı? 

Doktora gitme nedeniniz bekaret kontrolü ise ve vajinal muayene olursanız evet anlaşılır. Diğer konularda vajinal muayene olmadığınız sürece anlaşılmaz.

İlk cinsel deneyimimde kasılıp kalırsam ve kilitlenme olayını yaşarsam?

İlk cinsel ilişkide kasılırsanız penisi içeri alamazsınız, kilitlenme olayı diye bir olay bilimsel olarak olabilecek bir durum değildir, tamamen şehir efsanesidir.

Genital bölgemdeki kıllarımdan partnerim rahatsız olur mu?

Bu herkese göre değişir. Bunun cevabını sadece partneriniz bilir.

Oral seks yaparsam ve meni yutarsam hamile kalır mıyım?

Hayır oral seksle gebe kalınmaz.

Anal seks (ters ilişki, arkadan ilişki) yapmak normal midir? Zararları var mıdır?

Anal seks, oral seks gibi vajinal seks haricindeki cinsel ilişki yöntemlerinin, eşler tarafından istendiği takdirde cinselliği renklendiği kabul edilir. Bununla birlikte, anal seksin özellikle kadının bedensel sağlığına zarar verebileceği anüs kasların zedelenebileceği akılda tutulmalıdır. Bu da büyük aptesti tutmayı zorlaştırabilir. Anal seks sırasında olabilecek kanamalarda HIV/AIDS ya da kan yolu ile bulaşabilen diğer hastalıkların geçişi kolay olabileceğinden mutlaka kondom kullanılmalıdır. Ayrıca kişi istemiyorsa istemediğini belirtmeli ve kararlı olmalıdır.

Kurban olmak

Kurban olmak 150 150 dolunay

Yine Bayram geldi. Bizim ülkemiz bayramdan yana çok şanslı… Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Ramazan Bayramı, Zafer Bayramı, Cumhuriyet Bayramı, Kurban Bayramı… En kanlı olan Kurban Bayramı gibi görünse de diğerlerin çoğu da büyük kanlı savaşların sonunda Bayram olmuş! Bayramlar boşu boşuna bayram olmamış yani, bedeller ödenmiş…

Hepimizin bayramı kutlu olsun!

Kurban Bayramı deyince aklıma gelen başka bir konuyu yazmak istiyorum aslında… Kendini kurban eden insanlar ya da kurban gibi hissedenlerden! Bazen ailesi için, bazen bir dava için, bazen sevdiği için, bazen inadı için, çoğu zamanda korkuları için…

Çocuklarını, torunlarını seven kadın sesleri gelir kulağıma “uyy sana kurban olurum, anneannen/babaannen kurban olur sana” gibi…

Erkeklerden ‘kurban olurum sana’ yı pek duyduğumu hatırlamıyorum hatta hiç hatırlamıyorum!

Ya da istemediği şeylere maruz kalan insanların tepkileri “Kendimi kurban gibi hissediyorum.” İstemeye istemeye bir şeyleri yapmaya zorunlu bırakılan insan sesleri, istemeden evlendirilen, onaylamadığı hayatı yaşayan insan sesleri; “Kendimi kurbanlık koyun gibi hissediyorum”.

Çaresizliğin sesi!

Bazen de ailesi, çocukları için, kendi isteklerini hiç sormayan, kendi isteklerinin farkında olmayan yani kendinin farkında olmayan anneler, babalar. Kendini kurban eden, saçını süpürge edenler! Bunun tam tersi de bizim ülkemizde çok görülür; anne babası için küçücük yaşta çalışmaya başlayan, ev geçindiren, evlenen, kendi hayallerini unutan hatta “hayal mi o da ne?” diyen yaşı küçük, ruhu kocaman varlıklar!
Ya da “Bu dava uğruna başımı ortaya koydum” diyenler. Yani seve seve kurban olanlar!

Bir de istediklerini/hayallerini yapmaya yeterince cesareti olmadığı için belki de ne istediklerini tam bilmedikleri için korktukları için “Ben aslında sanatçı olacaktım annem/babam izin vermedi.”, “Ben aslında mühendis olacaktım, annem en iyisi öğretmenlik dedi, hep onlar yüzünden istediğim mesleği yapamadım. Beni kendi isteklerine kurban ettiler.”… nefs’in şikayetleri.

Tüm bu “kurban olma” senaryolarında bana en acı geleni; inadı uğruna aşkını, sevgisini kurban edenler. “Ne değişeceğim sen değiş, sorun sende, değişmezsen değişme bu iş biter o zaman” , “Bir kere inat ettim, dönen ben olmayacağım”. Sevgi o kadar kıymetli ki nasıl olur da inat uğruna harcanır, kurban edilir değil mi?

İnadından sevgisini söyleyemeyenler, barışamayanlar, küsenler, küs ölenler… Kurbanlıkların içinde en zavallısı bu grup bence! Sevgiden yaratılmış bir varlık olan insanın nasıl olup da bu kadar inat edebildiğine ve kendine zarar verebildiğine şaşırmadan edemiyorum.

İnat uğruna girilen savaşlardan, dökülen kanlardan, bitmeyen töre cinayetlerinden bahsetmeyeceğim bile…

Sözün özü, özün sözü şu ki; Aslında kurban edilecek tek şey EGO’larımız!

Bayramlar, paylaşmayı, şefkati, çok güçlü şekilde hatırladığımız günler. Dilerim ki bu bayram barışmalara vesile olur, ülkemizde ve dünyada barış kültürü yaşanır olur.

Sevgiyle

Öğrenci terörü

Öğrenci terörü 150 150 dolunay

Geçtiğimiz hafta 15 yaşındaki öğrencinin öğretmenini bir hiç uğruna öldürmesi hepimizi dehşete düşürürken, aynı zamanda da çok derin bir sorgulamaya neden oldu.

Hangi unsurlar 15-16 yaşındaki bir genci/çocuğu katil yapar? Dünya Sağlık Örgütü, 18 yaşına kadar olan tüm bireyleri çocuk kabul eder. Yani bir çocuk, bir katile ve bir suç makinesine nasıl dönüşür? Ne tür etkiler bir çocuğu katil yapar?

Bu olayda 15 yaşındaki çocuğun ruh sağlığının normal olmadığı ortada. Ergenlik döneminde olması bu suçu işlemesini tetikleyen unsurlardan sadece biri olabilir. Ergenlik, çocuğun yarınını pek düşünmediği, duygu kontrolünün kısıtlı olabileceği, fevri ve kişisel davranışların çok fazla görüldüğü, ruhsal iniş ve çıkışların sık yaşandığı, kendini kanıtlamaya çalıştığı, her şeyi yapabileceğini zannettiği bir dönemdir. Bazı ergenler bu dönemi zor, bazıları nispeten daha rahat geçirir.

Ergenlik bu tür davranışların ortaya çıkmasında etkili bir unsur olurken, diğer ve çok daha önemli başka bir unsur da ailesel faktörlerdir. Yaşadığı evde şiddet var mı yok mu, anne babasıyla iletişimi nasıl, anne –baba arasındaki iletişim nasıl, kaç kardeşler? Şiddet bu çocuk ve aile için doğal mı, kendini ifade etmek için kendini kanıtlamak için şiddeti mi kullanıyor? Bu saldırının neden olan etkenlerini anlamaya çalışmak için bunun gibi daha pek çok sorunun cevabını bilmek gerekir.

Başka bir etken; interneti ve cep telefonunu kullanma yaşının 5-6 yaşlarına düştüğü ülkemizde, buna bağlı pek çok sorunun da kendini göstermesidir. Yalnızlaşma, empati kuramama, her şeyi yapabileceğini zannetme, şiddetin normalleşmesi, insani değerlerin kısıtlı gelişmesi, aklı yeterince devreye sokamama, gerçekliğin yitirilmesi, iletişimin yok olması vb.

Etkileyen unsurlardan bir tanesi de eğitim sisteminin ve okulun, çocukların ruh sağlığı üzerindeki etkisidir. Okullardaki sınıf kapasiteleri, rehberlik servisinin yeterli olup olmadığı, çocukların okulla ilişkileri bu tip durumların yaşanmasında etki oluşturabilir. Ve tabi ki şiddet eğilimi olan çocukların kontrol edilebileceği, onlara yardım edilebilecek bir sistemin olmaması.

Bir başka etken de toplumdur. Toplumda gördüğümüz iletişim modeli hepimizi etkiler. Şiddet sanki çok normal bir iletişim yolu gibi gösterilmektedir. Şiddetin bu kadar normalleştirildiği ve şiddete karşı duyarsızlaştığımız bir ülkede ne yazık ki bu tür olaylar olmaya devam edecektir.

Ayrıca çocuğun psikiyatrik bir sorunu olup olmadığı da üzerinde durulması gereken başka bir unsurdur.

Evde şiddet görmek, dayak, tehdit, çocuğu yok saymak ya da her istediğini almak, çok kontrol etmek ya da hiç etmemek ciddi sorunlara davetiye çıkarır. Anne babaların çocuklarıyla etkili şekilde ilgilenmeleri, gözlemlemeleri, gördükleri sorunları okulla paylaşmaları ve çözümü öğretmen, rehber öğretmen, öğrenci ve velinin de katılımıyla aramaları en doğru olanıdır.

Okullarda bu tür şiddet olaylarının durdurulması için olaylar henüz oluşmadan, koruyucu ve önleyici çalışmaların, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılması da çok büyük önem taşımaktadır.

Öğrencilerin ve öğretmenlerin ruh sağlığı ve can güvenliği için eğitimde de çok ama çok yere dokunmak lazım.

Çok ilginç ve zorlayıcı bir dönemden geçiyoruz. Akıllara zarar bir yer burası… İnsanlarının birbirine güveninin giderek azaldığı, öğretmenin öğrencisine, annelerin çocuklarına, arkadaşların arkadaşlara güveninin giderek azaldığı ve kuşku duyduğu bir dönem. Nasıl böyle olduğumuz apayrı ve sinir bozucu bir konu. Bu süreci nasıl en hayırlı şekilde geçirebileceğimiz ise ayrı bir konu!

Bu dönemi zor da olsa dinginliğimizi koruyarak, içimizde insana dair inancımızı, sevgimizi ve güvenimizi hep hatırlayarak geçirmemizi diliyorum…

Bu geçiş döneminde aklımızda olsun: “Ne varsa alemde, o vardır ademde.”

Sevgiyle…

 

Külkedisi

Külkedisi 150 150 dolunay

“….ve külkedisi kaçarken, pabucu ayağından fırladı. Ertesi gün Prens ayağı bu pabuca sığacak genç kız aramaya koyuldu. Ülkenin tüm kızları, Prens tarafından beğenilmek için ayaklarını daha ufak hale nasıl getirebileceklerinin çabasına giriştiler.

İşte o gün bugündür kadınlar, ayaklarını, erkekler tarafından belirlenmiş kalıplara sıkıştırmaya çalışır, böyle yaparak erkeğin ‘Prensesi’ olacağını düşler dururlar. Zaman geçtikçe topallamasının, ayaklarının sızlamasının, kendini depresif hissetmesinin sebeplerini sürekli kendi eksiklerinde arayarak… Pabuç’un kendisine ne denli uygun olup olmadığını hiç sorgulamadan….

Erkeklerse ellerindeki ‘ayakkabıya’ (veya düşlerindeki kadını) ‘ayağını’ (kendini) sıkıştıracak kadını arar; ‘ayağı sıkışmış bir kadının ne denli gerçek, ne kadar huzurlu, mutlu olup, mutlu edebileceğini bile düşünmeden ….

Ve birlikte yalınayak yaşayabilmenin özgür keyfinden habersizce…”

Leyla Navaro’nun İki Boy Ufak Pabuç kitabından;

Ne zaman okusam çok etkilenirim Leyla Navaro’nun kitabının bu bölümünden…özellikle de ‘ve birlikte yalınayak yaşayabilmenin özgür keyfinden habersizce’ cümlesi insana bir kitap bile yazdırır kanımca…

Masalları çoğu zaman sevsem de bilinçaltımıza ektiği bu cinsiyet ayrımcılığı yapan kalıplarla ilgili sorguluyorum bazen. Toplum düzenini ve kurallarını yerleştirmek için en iyi yol masallar, fıkralar, maniler, hikayeler,…Şimdilerde bu gruba, diziler, filmler, hipnoz makineleri (televizyon, cep telefonaları…) eklendi.

Kadın ve erkekle ilgili bir ton hikaye… Ve çoğunlukla erkeğin kadından üstün olduğu, yöneten olduğu, söz sahibi olduğuyla ilgili… Kadının beğenilmesi gereken (seçilen), erkeğin beğenen yani seçen olduğu… İçgüdüsel mi yoksa bilinçaltına ekilen tohumlardan mıdır bilmem kız çocukları hep prenslerini bekler. Çoğunlukla da prensin ‘P’si bile olmayan erkekleri yıllardır bekledikleri prens zannederek…. Külkesi masalında gece 24.00’de bal kabağına dönen araba misali, evlendikten kısa bir süre sonra prens zannedilen adam “kabağa” döner. Tabii ki aynı şey erkekler için de geçerli olur. Erkeklerin kadınlar kadar evlenmeye dair hayalleri, beklentileri olmasa da onlar da bu durumdan oldukça mutsuz olurlar.

Kadınların beynine kazınmış bir emirdir “Evlenmek”! ‘Evlenemesem de olur’ diyen gerçekten çok az.

“Herkes evleniyor bende evlenmek istiyorum”
“Evlenip çocuk sahibi olmak istiyorum”
“Bir evleneyim de üzerimden bu stres gitsin olmazsa boşanırım”
“O beni çok mutlu edecek biliyorum o doğru insan”
“O benim ruh eşim biliyorum”
“Evleneyimde ben onu değiştiririm”
“Beni seviyor değişmesini isteyeceğim”
“Ailelerimiz hiç anlaşamıyor ama ne önemi var ki!”
“Tabii ki evlendikten sonra benim kurallarıma uyacak”

***

Size tanıdık geldi mi bilmem ama benim çok duyduğum cümleler. Çok yazdım, çok söyledim belki ama yine yazacağım ve belki de bin kez daha söyleyeceğim:

* Değişim her zaman vardır ancak kimsi kimseyi değiştiremez.

* Kişi isterse kendisi kendi isteğiyle her konuda değişebilir.

* Evlenmek sadece gelinlik-damatlık giymek, güzel güzel fotograflar çektirip sosyal medyada paylaşmak değildir. (Kavga ettiği anların fotograflarını facebook’a koyan tek bir çift bile görmedim).

* Sürmezse boşanırım diye evlenilmez , tabi ki boşanmalar olabilir ama bunu baştan çözüm olarak görmek ve sanki boşanmak çok kolaymış gibi bir yanılgıya düşmek pek doğru gelmiyor bana.

* Evlilik dünyanın en zor müessesidir, İyi bir evlilik hayatınızı cennete, kötü bir evlilik hayatınızı cehenneme çevirir!

* Evlilikte kuralları iki taraf birlikte hazırlamalıdır, her evliliğin kendi anayasası vardır, çoğu çif bu anayasayı farkında olmadan yıllrın içinde öğrenir ve uygular. Bu anayasaların çoğu adil, eşitlikçi, sevgiye önem veren, insan önem veren yasaları içermez!

Evlilikleri uzun yıllar sağlıklı yürüten şey karşılıklı hoşgörü, sevgi, mizah, kabul, aşk ve tutku ve daha pek çok iyi ve kötü deneyim.

Evlilikleri kısa sürede boşanmaya götüren ise yukarıda yazdığım “evlenince ben onu….”ile başlayan pek çok gerçek dışı beklenti!

Külkedileri ve P’ler, aslında hepimiz mutlu olmak istiyoruz, hepimiz huzur, neşe, keyif istiyoruz.

O zaman gelin birlikte sevgimizi özgürce, saygıyla yaşayabileceğimiz, birbirimize ‘kendimiz’ olabilme alanlarını açtığımız, çıplak ayakla yürümenin rahatlığını yaşadığımız evlilikler yaratalım! ‘Biz’i bir de böyle deneyimleyelim…

Öfke denen ateş

Öfke denen ateş 150 150 dolunay

Öfke, istemediğimiz sonuçlar karşısında verilen son derece doğal ve insani bir tepkidir. İnsanlar istediğimiz şeyleri yapmadığında ya da istediğimiz şeyler istediğimiz zamanda olmadığında, iş yerinde haksızlığa uğradığımızda, haketmediğimize inandığımız davranışlarla karşılaştığımızda, çocuklarımız sözümüzü dinlemediğinde, trafikte, maçta, sokakta, TV izlerken özellikle haberlerde, güçlü öfke hissedebiliriz.

Bilindiğinin tersine öfkemizi ifade etmememiz, içimize atmamız ya da uygun olmayan şekilde dışarı çıkarmamız yani saldırgan ve sözlü ve davranışsal şiddete başvurmak daha büyük sorunlara yol açar. İnsan öfkelenebilen bir varlık, bunu uygun şekilde gerçek adresine iletmek önemli.

Öfke uygun ifade edildiğinde sağlıklı bir duygudur. Aristo’nun dediği gibi; “herhangi bir kimse öfkelenebilir. Bu kolaydır.

Ne var ki;
Doğru İnsana
Doğru Derecede
Doğru Zamanda
Doğru Maksatla ve
Doğru Biçimde Öfkelenmek
İşte Bu Zordur…. ”

Öfke, kontrolden çıkıp yıkıcı hale dönüştüğünde kişinin yaşamında son derece önemli sorunlara yol açabilmektedir. Öfkenin sağlıklı ve işe yarar olabilmesi için bastırılmaması, tanınması, kabul edilmesi ve kontrollü bir biçimde ifade edilebilmesi gerekmektedir. Öfke bir problem çözme aracı, intikam yolu, suçlama biçimi veya başkalarını kontrol etme yolu değildir. Aşağıdaki durumlarda kaç evetiniz var bakın bakalım!

* Öfke anlarında kontrolü kaybettiğiniz olur mu?

* Öfkeli anında verdiğiniz tepkilerden dolayı öfke geçtikten sonra pişmanlık duyar mısınız?

* Öfke ve sinir halindeyken birilerine karşı fiziksel saldırıda bulunuyor musunuz?

* Öfke anında eşyalara zarar verme (fırlatma, kırma, parçalama…gibi) eğiliminiz var mı?

* Öfke anında kendinize fiziksel zarar verme eğiliminiz var mı?

* Öfkelendiğinizde verdiğiniz tepki ilişkilerinize veya iş hayatınıza zarar verir mi?

* Öfkelendiğiniz zaman işlerinize konsantrasyonunuzda sorun yaşar mısınız?

* Öfkenizi kontrol etmek için ilaç, alkol ya da madde kullanıyor musunuz?

* Öfkeniz sonucunda tutuklandığınız veya yasal zorluklarla karşılaştığınız oldu mu? 

Bir evetiniz bile varsa “Öfke kontrolü”yle ilgili çalışmaya başlamalısınız. Peki öfke kontrolü nasıl sağlanır?

* Öfke anında bedeninizde meydana gelecek değişimlerin bilincinde olun (kan basıncında artma, nefessiz kalma hissi, kalpte sıkışma, tansiyonda oynama, titreme, gözlerinizden alev çıkma….gibi).

* Kendi kendinize “sakin ol, gevşe, rahatla” deyin ve eğer mümkünse nefes alabileceğiniz temiz havaya çıkın. Diyaframdan derin nefes almayı deneyin. Nefes alıp verdiğinizde göğsünüz değil mideniz şişmelidir. Bir süre sonra kaslarınız rahatlamaya başlar.

*Öfkenizi ve sonuçlarını kontrol edebilmeniz için düşüncelerinizi farketmeyi ve kontrol etmeyi öğrenin. Öfke sürecinden önce aklımdan hangi düşünceler geçiyordu? Düşünce kalıplarınızı farkedin, başkalarını etiketleyip etiketlemediğiniz, suçlayıp suçlamadığını, olaylar ve kişilerle ilgili gerçekdışı fikirlerinizin (ailem bana değil kardeşime daha çok değer veriyor, onun her istediği yapılıyor benim yapılmıyor, beni hiçbir konuda desteklemiyorlar hep onu destekliyorlar…gibi) farkında olun.

* Suçlamalarınızı farkedin; yaşadığınız olaylarda başka insanları ne kadar sorumlu tutuyorsunuz ne kadar suçluyorsunuz? Yani yaşadığınız olayların sorumluluğunu alabiliyor musunuz yoksa topu taca mı atıyorsunuz? (Onun yüzünden terfi alamadım, senin yüzünden istediğim yeri kazanamadım….)

* Farkettiğiniz tüm çarpık düşüncelerinizi doğrularıyla yer değiştirme pratikleri yapın. (Aslında ailem benim istediklerime saygı duyuyor galiba kendi isteklerimi onlara daha net ve kararlı söylemeliyim.)

* Resmin bir parçasını değil hepsini görmeye çalışın, olaylarla ilgili bakış açınızı değiştirmeyi deneyin.

* Öfkenizi göstermenin uygun yollarını arayın. İletişim becerilerinizi ve kendinize güveninizi arttırmayı deneyin. Yani öfkenizi biriktirmeden uygun dille karşınızdakine ifade edin. Öfkenin, duygu ve düşüncenin adres değiştirmesine izin vermeyin. Önce sakinleşin, duygu ve düşüncelerinizi farkedin ve kontrol altına alın sonra konuşun.

* Öfke kontrolünde bedensel egzersizler yapmak, nefes çalışmaları, olaylar farklı bakış açılarından bakmayı öğrenmek, insanlarla ilgili beklentinizi azaltmak, olaylara ve yorumlara birazcık mizah tozu atmak, iletişim becerimizi iyileştirmek işe yarayacaktır.

* Günlerinizin sakin, öfkenizin ve nefs’inizin terbiyeli geçmesi dileğimle…