Hürriyet Aile

Her kadın orgazm olabilir ama…

Her kadın orgazm olabilir ama… 150 150 dolunay

Kadınların orgazmla ilgili sorunları erkeklere göre neden daha çok hiç düşündünüz mü?

Neden kadın bu konuda kendini siliyor ve bir görev gibi yürütüyor cinselliği?

Neden cinsellik kötü ve kirli bir şeymiş gibi ya da erkekler için icat edilmiş bir ihtiyaçmış da kendi insan üstü varlıkmış gibi davranıyor?

Kadınlar “cinsellik olmasa da olur hatta daha iyi olur, ben hiç düşkün değilim cinselliğe” gibi hikayelere inanıyor. Gerçeklerle yüzleşseler neler olur acaba?

Kendisine yapılan haksızlığın hesabını sorar mı acaba hayattan?

Bu ülkede bir kadın dünyaya geldiğinde nasıl yetiştirileceği bellidir. Toplumsal beklentiler, aile beklentilerinin önündedir her zaman.

Cinsel bir varlık değilmiş gibi, cinselliği yok sayılarak büyütülür.

Evde daha çok zaman geçirir, bebeklerle oynar, pembe giyer, şirin ve uslu olması yönünde bol bol büyülü komut alır ve uslu olduğu ve evet dediği için ödüllendirilir, tersi durumlarda cezalandırılır.

Bedenine ait olan ve çok önemli görevleri olan vajina kız çocuğuna ‘kutu’, ‘kukuş’, ‘orası’ gibi sevimli ya da bedeninden ayrı bir yermiş gibi adlandırılır. Kendine, bedenine cinselliğine yabancı büyütülen kız çocukları bunu uzun bir süre hiç sorgulamazlar, üzerinde çoğunlukla düşünmezler. Bunu öylece olduğu gibi kabul eder ve normalleştirilirler.

Ergenliğe girdiklerinde ise adet kanı ve ağrısıyla tanıştıklarında zaten hiç barışık olmadıkları oralarıyla ilgili daha çok kavga ederler.

Evlenen komşu kızlarının ilk gece hikayelerini dinledikçe cinselliğin ne beter bir şey olduğuna iyice emin olurlar. Okulda erkek arkadaşlarının cinsellikle ilgili sohbetlerine kazara bile olsa tanık oldukça, erkek arkadaşlarının, sevgililerin isteklerini duydukça hayatın gerçekleri onlar için daha net şekilleniyordur artık. Mastürbasyon sadece erkekler için vardır, onların yapması günahtır.

Eğer kazara merakına yenilip ailesine ki çoğunlukla annesine cinsellikle ilgili soru sorarsa alacağı cevap “evlenince eşinden öğrenirsin ne yapacaksın şimdi bunu, merak iyi değildir, insanın başına ne gelirse meraktan gelir…” gibi geçiştirmelerle konunun erkeklerin hakimiyetinde, bilgisinde olduğu algısı iyice yerleşir.

Erkekler cinsellikle az bilgili ama çok ilgili olduğu için de eşinden cinselliği öğrenmeyi bekleyen bir kadın çoğunlukla hayal kırıklığına uğrar. Çünkü erkek de kadından yatakta çok rahat ve her istenileni yapabilen biri olmasını bekler. Kendi bedenini, keyif süreçlerini keşfetmemiş bir kadın için bu pek de mümkün değildir.

Fizyolojik olarak hiç bir engel yoktur, her kadın orgazm olabilir. Yeter ki; kendini, bedenini tanıyan, çocukluktan itibaren cinselliğiyle barışık yetiştirilmiş olsun ve eşiyle uyumlu bir ilişki süreçleri olsun.

Koku ve cinsellik

Koku ve cinsellik 150 150 dolunay

Sevgili Esra Öz’ün yakında yayınlayacağı bir kitap var ‘Kokuyla Keşfet’.. Türkiye’de ilk defa koku üzerine hazırlanmış bilimsel içerikli kitap olan Kokuyla Keşfet kitabında benim de katkı verdiğim bir bölüm var; ‘Koku ve Cinsellik’. Esra bu bölümü hazırlar mısın dediğinde hem kitabın konusu hem de benim konum pek hoşuma gitti. Ve işte, bana ait bölümden en çarpıcı yerler.

Cinsellik beş duyumuzu kullanarak hatta bazen altıncı duyu kabul edilen sezgilerimizi de dahil ederek yaşadığımız bir gerçeklik. “Cinsellik mekanik bir süreç değildir” deme nedenimiz de bu aslında. Beş duyunun tetiklenmesiyle cinsel istek oluşur ya da oluşan istek gider.

Ortamın hoşluğu ve kokusu, eşinizin kokusu, bakışı, dokunuşu, sesi ve daha pek çok şey reseptörleri harekete geçirir, beyne verilen komutla birlikte hormonlar tetiklenir, cinsel istek ve uyarılma süreçleri başlar ve devam eder.

Duyularımızın içinde koku ve tat alma birbirine bağlı duyulardır ve cinsel isteğin tetiklenmesinde çok önemli rolleri vardır. Hoş ve taze bir koku ya da sevdiğinizin kokusu başınızı döndürebilir.

Tüm bunların tam tersi de cinsel isteği bitirme sürecinde etkili olabilmektedir. Örneğin ortamda ya da birlikte olduğunuz kişide olabilecek kötü kokular, (ağız, ter, ayak kokusu gibi ya da bedenine ait koku) vücut temizliğinin yetersiz olması, cinsel istek ve uyarılma tetiklenmez bile ya da yarıda bitebilir.

Bir kişiye çekici ve seksi gelen koku, bir başka kişi için itici hatta cinsel isteği bitirici olabilir. Kötü koku nedeniyle biten evlilikler vardır. Eşler birbirlerini kırmamak için rahatça konuşamadıklarında, rahatsız oldukları durumu paylaşamadıklarında ya da paylaşsalar bile anlaşamadıklarında cinsellik bir göreve ve eziyete dönüşebiliyor ya da çiftlerin cinsel birliktelik sıklığı azalır veya evlilik boşanmayla sonlanır.(Vajinismus, resimli anlatımla cinsel bilgilenme ve kendi kendine yardım kitabı, Psk.Danş.Dolunay Kadıoğlu, Prof.Dr. Hakan Şatıroğlu)

İnsanların, evlerin, ailelerin kendilerine has kokuları vardır. Kişileri kokularından ayırt edebiliriz. Dışarıdan hiçbir koku kullanılmadığında bile kadının ve erkeğin doğal kokularının (feromon) bilinç dışı alan tarafından algılandığı ve doğurganlık ve cinsel çekim üzerinde etkili olduğu bilinmektedir.

Cinsel terapi seanslarında edindiğim bilgilere dayanarak rahatlıkla diyebilirim ki kadınların bir kısmı erkelerin ter kokusunu çekici bulmakta ve cinsel isteklerini tetiklediklerini söylemektedirler.

Genel olarak kabul edilen bir gerçeklik vardır ki o da parfüm ve güzel kokuların cinsel isteği ve çekimi arttırdığıdır. Parfümler ve kokular eski çağlardan bugüne kadar kadın ve erkeğin cinsel çekimini artırmak için kullanılagelmiştir. Kokulu mumların, tütsülerin, yağların ve ıtırlı kokuların cinsel isteği ve daha güçlü orgazm yaşamayı desteklediği bilinmektedir. Güçlü uyarıcı etkiye sahip bir koku, kadın ve erkekte kan basıncını arttırarak penisin ya da vajinanın daha çok uyarılmasına yardım etmektedir. Örneğin; lavanta, tarçın, meyankökü ve karışım baharatlar….

Tüm bu bilgilerle birlikte akılda tutulması gereken bir konu da tüm bireylerin birbirinden farklı olduğu ve genellenemeyeceğidir. Yani herkes aynı kokudan etkilenmeyebilir. Tarçın ya da lavanta bir kadını/erkeği inanılmaz derecede etkilerken bir diğer kadın/erkeğe hiç bir şey hissettirmeyebilir hatta itici ya da uyku getirici bile gelebilir. Bu nedenle cinsellikte çiftlerin birbirlerini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen kokuları biliyor olmaları cinsel yaşamlarına katkı sağlar.

Kokuyla Keşfet kitabı nisan ayında satışta olacak . Devamını merak edenlere ve “koku benim gerçek duyum” diyenlere duyurulur….

 

Yalancının mumu

Yalancının mumu 150 150 dolunay

‘Yalancı; Allah’a kafa tutan, fakat insanlardan korkan bir serseridir. ‘(Bacon)

Yalan nedir? İnsan neden yalana ihtiyaç duyar? Yalanın beyazı, siyahı var mıdır? Sizin yalanınızın rengi ne?

İnsan yalan söylemeyi nasıl normalleştirir?

Yalan sözlerle insanlara ‘söz büyüsü’ yapan kişinin büyüsü nasıl bozulur?

Bir insan yalana şerbetli ise yani yüzü bile kızarmadan yalan söyleyebiliyorsa bu insanın ruh sağlığı nasıldır? Vicdanı var mıdır?

Tüm bu sorular zihnimde dolanıyordu ki yazmaya karar verdim. Çünkü sorularıma yazarak cevap bulmanın daha kolay olduğunu fark ettiğimden beri yazıyorum. Söz uçar yazı kalır derler! Gerçi artık sözün de hiç yok olmadığı, evrende enerji olarak kaldığı bilimsel olarak ispatlanmış durumda.

Hızlıca cevaplara geçelim:

Bence insanların çoğu, korktuğu için yalan söyler. Gerçeklerle yüzleşmeye, kabule cesaretleri olmadığı için yalana yalanla devam ederler. Çoğu zaman hatalarımızı gizlemek için yalan söyleriz. Bir süre sonra sonra yalanlar dönüşü olmayan yollar haline gelir.

İnsan başkasının yalancılığını kendi yalancılığından bilirmiş! Ne doğru söz, ben hiç yalan söylemem diyen kaç kişi var aranızda? Ufak tefek yalanlar bazen de büyük hayati yalanlar… Hani sordum ya yazının başında sizin yalanınızın rengi ne diye… Beyaz mı, pembe mi, yeşil mi yoksa kapkara mı? Söylenen yalanlar bazen bir kişinin bazen onlarca kişinin hayatını bazen de binlerce kişinin hayatını etkiler. Bir yalanla bazen kaderinizi tersine çevirdiğinizi zannedersiniz bazen iş hayatınızı bazen özel hayatınızı kurtardığınızı bazen kariyerinizi bazen de ülkenizi….Oysaki her yalanının bedeli, vebali vardır. Ve eğer vicdanınız çalışıyorsa, çalışıyorsa diyorum çünkü herkesinki çalışmaz, yalanlarınız size takip eder bir gölge gibi. Rüyalarınızda karşınıza çıkar, korkarsınız uyumaya, uyanıkken takip eder ve başka insanlara güvenemez olursunuz. Çoğunlukla da hasta eder. Panik bozukuluklar, kaygılar, mide hastalıkları ve daha aklınıza ne tür hastalıklar geliyorsa….

‘Doğruyu söylersem bana ne olur diye korkuyorum?’ sorusunun cevabı yalanlara neden ihtiyaç duyulduğunu gösterir. Örneğin, kaybetme korkusu, yalnız kalma korkusu, terkedilme korkusu, gücünü kaybetme korkusu… Hepimizin korkuları var. Bazen büyük bazen küçük. Yalan ne kadar çoksa ve ne kadar normalleştirilmişse kişinin yüzü ne kadar kızarmıyorsa yani yalana şerbetliyse korkunun boyutu o kadar büyüktür ve vicdan artık orada yaşamıyordur.

Yalanı adet haline getirmiş bir kişiyi nasıl anlarsınız ve söz büyüsünü nasıl bozarsınız sorusunun yanıtı ise çok nettir: Onu tanıdığınız süre zarfında söyledikleri tutarlı mı? Bütünün hayrına mı konuşuyor yoksa sadece konuşuyor ve yalanlarını mı örtbas etmeye çalışıyor? Sözlerinde sevgi mi var nefret mi? Duruma göre mi konuşuyor yoksa her koşulda sözleri aynı mı? Olaylar karşısında sorumluluğunu alıp davranışa geçebiliyor mu yoksa hep başkalarını suçlayıp kendi üzerine düşeni es mi geçiyor. Hep başkaları hatalı kendi hep suçsuz mu ? Ve en önemli farketme noktası: Özü, sözü, eylemi BİR mi?

Montaigne’in sözüyle yazıma şimdilik son vermek isterim:

“İnsan olmayı bilen, kitaplar yazmış ya da savaşlar kazanmış ve ülkeler fethetmiş bir kişinin yaptıklarından daha önemli bir şey başarmış demektir. Bunun dışında her şey –hükmetmek, kesemizi doldurmak, mal mülk edinmek- içi boş bir dekordan ibarettir. İnsanın hayatta en önemli eseri, doğru ve düzgün yaşamayı becermiş olmaktır.”

Öz- Söz-Eylem birliğine…

 

Vajinismus tedavisi

Vajinismus tedavisi 150 150 dolunay

Vajinismus, vajen kaslarının kontrol dışı kasılması ve kadının penis girişine izin verememesi durumudur. Vajinismus nedir dendiğinde bizler için yani bu konuda çalışan uzmanlar için tarif etmesi ve çözümü kolaydır ancak bu sorunu yaşayanlar için buna inanması pek de kolay değildir.

Çoğu vajinismus çiftle ilk çalışmaya başladığımda; ‘’Vajinismus, diğer cinsel sorunlara göre daha kolay çözülebilir, tamamen psikolojk bir sorundur. Tedavide cinsel terapi modelini kullanacağız. Dünyada bilimsel olarak kabul gören tek modeldir. Çiftin mahremine saygılı ve çifttin cinselliğe bakış açısını olumluya çeviren, özellikle kadını kendi bedeniyle ve cinselliğiyle barıştıran bir yöntemdir. Kontrol dışı kasılmaların nasıl kontrol altına alıncağını öğrenmek, cinsellikle ilgili yalnış bilgileri, korkuları değiştirmekle başlarız işe ve merdiven basamaklarını çıkmak gibidir vajinismus tedavisi. Her seansda biraz daha yukarı ve 3 ile 6 seans sonrasında ise son basamak. Yeter ki birbirinize bağlı ve destek olan bir çift olun. Bu tedavide en önemli faktörlerden biri, birbirine destek olan çifttir. ’’ derim.

Çiftlerin %98’inden aldığım cevap: ‘’inşallah’’olur ! Bu inşallah ile demek istedikleri ise şudur:

  • ‘’Bu anlattıklarınız iyi hoş da sorunumuzu çözecek mi bakalım’’
  • ‘’Pek aklıma yatmadı ama size inandık hadi bakalım’’
  • ‘’Bu kadar yıldır yaşadığım sorunun çözümünü ne kadar da kolay gibi anlattı bu uzman, tabii kendi yaşamıyor, konuşması kolay’’

Tedavide bir kaç seans sonra ise çoğunlukla olan şudur:

  • Çifttin, özellikle kadının duruşu, konuşması değişmeye başlar artık kendine daha çok güvendiğini ve bu sorunu çözeceğine inancının yerine geldiği söylemeye başlar.
  • Kadının kendisini suçlu hissetme psikolojisi değişmeye başlar. Artık gerçek suçluyu bulmuştur.
  • Çift, tedavide birbirlerini daha iyi tanımaya başladığı için birbirlerine bağlılıkları daha da artmaya başlar.
  • Keyifli ve komik anları farketmeye başlarlar.
  • Sorunla sorun olmak ve çözümsüzlük hikayelerini, her şeyin bir çözümü vardır ve biz çözüme inanıyoruzla yer değiştirler.
  • Bu tedavide neler kazandıklarına odaklanmaya başladıkları için kazanımlarını farketmeye başlarlar.
  • Birlikte ikisine de ait olan bir sorunu çözme deneyimi yaşarlar. Bu onların ilişkisi için büyük bir artıdır. Evliliğin sadece iyi günde değil, zor günlerde de birlikte varolmak olduğunun deneyimi yaşarlar.

Sonuç olarak, cinsel eğitimin henüz eğitim sistemine girmediği bizim gibi ülkelerde çok sık karşılaşılan vajinismus, doğru uzmanlara gidildiğinde çok uygun fiyatlara kısa sürelerde tedavi edilebilir bir sorundur. Birbirine destek olan bir çift bu tedavinin en önemli faktörlerindendir. İnanmak, sevgiyle yaklaşmak ve bilimsel olan tekniklerle çalışmak bu tedavinin olmazsa olmazıdır. Tüm bunlar bir araya geldiğinde tedavide olumlu sonuç kaçınılmazdır.

Sağlıcakla kalın…

Üç heykel

Üç heykel 150 150 dolunay

‘İki komşu ülkenin hükümdarı birbiriyle savaşmaz ama her fırsatta atışırlarmış. Doğum günlerinde, bayramlarda birbirinden ilginç armağanlarla zeka gösterisi yaparlarmış birbirlerine.

Hükümdarlardan birisi bir gün muzip zekalı heykeltıraşını huzuruna çağırmış. Birer karış yüksekliğinde, birbirinin tıpatıp aynısı altından üç insan heykeli yap demiş. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı da sadece ikisi bilecekmiş. Heykelller hazırlanmış ve şu mektupla birlikte diğer krala gönderilmiş:

‘Doğum gününü üç altın insan heykeliyle kutluyorum. Heykeller birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.’

Hediyeyi alan diğer hükümdar önce heykelleri tarttırmış. Gramına kadar eşitlermiş. Ülkesindeki sanattan anlayan kim varsa çağırtmış. Hepsi de heykelleri incelemiş, incelemiş, incelemiş ama heykellerin arasında hiçbir fark bulamamışlar.

Günler geçmiş ancak koca ülkede heykellerin sırrını çözecek bir akıllı çıkmamış. Bunun üzerine hükümdar, isyankar ve asi bulduğu için zindana attırdığı bir genci çağırmaya karar vermiş. Heykelleri inceleyen genç çok ince bir tel istemiş. Teli birinci heykelin kulağından sokmuş, tel heykelin ağzından çıkmış. İkinci heykelininde kulağından sokmuş, tel bu kez diğer kulağından çıkmış. Üçüncü heykelde tel kulaktan girmiş, ancak bir yerden çıkmamış. Telin sığabileceği incelikte bir kanal kalp hizasına kadar inmiş ve öteye gitmemiş.

Bunu gören Hükümdar heykellerin sırrını, komşu hükümdarın vermek istediği mesajı anlamış ve cevabını yazmış:

“Kulağından gireni ağzından çıkaran insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu anlamlı hediyen için teşekkür ederim.”

Artık özgür olan isyankar gençse hızlı adımlarla saraydan uzaklaşıyor ve zindana girmeden önce söylediği sözleri tekrar ediyormuş: ‘ADALET İÇİN AĞZI, KULAĞI, BEYNİ BİR OLMAYIP DA SÖZÜNÜ SAKINANA YAZIKLAR OLSUN’

Bu masal, en çok hoşuma giden, pek çok mesajı veren masallardan biri bence.

Ben neler anladım bu masaldan:

  1. Bir olaydan ya da durumdan herkes neye ihtiyacı varsa onu anlar ve ders çıkarır.

    2. Adaletli davranmak çok ama çok önemlidir. Gerçek adalet için özün, sözün, eylemin bir olması gerekir.

    3. Vicdanı olmayan ya da vicdanı çalışmayan birinden adalet beklemek doğru olmaz.

    4. Dedikodu yapmak, duyduğu bir şeyi başka yerlere aktarmak ilişkilere ve insanların güvenirliliğine zarar verir.

    5. Başkalarının yaşadıklarından, deneyimlerinden ders almak, duyduğu değerli bilgileri hayatına geçirebilmek önemli bir erdemdir.

    6. Ağzından çıkanı kulağın duysun sözü her yüzyılda geçerliliğini korur.

    7. Ağzından çıkanı kulağı duyan, duyduğunu kalbine gömebilen insan güvenilirdir.

    8. Sıra dışı ve isyankar olmak kötü bir şey değildir. Sorguyan, farklı görüş ve fikirleri olan, olaylara farklı bakış açılarından bakabilmek, ezberlerin dışına çıkabilmek, soru sorabilmek, insan olmanın en büyük zenginliklerindendir.

Sizler de farklı farklı dersler ve mesajlar alabilirsiniz bu masaldan….

Sevgilerimle…

 

Sözlü şiddet

Sözlü şiddet 150 150 dolunay

Şiddetin her türlüsüne karşıyım. İnsanın insana, insanın hayvana, insanın doğaya yaptığı şiddete… Her türlü şiddete! Bedenseline, sözeline, cinseline, politiğine… Kısacası hepsine.

Gazetelerde ilk sayfadan son sayfaya kadar, televizyonda sabahtan akşama kadar şiddetin binbir türlüsünü görmekten de çok sıkıldım. Öldürülen kadınlar, tecavüzler, dövülen insanlar, şiddete uğramış küçücük bedenler, yok edilen ormanlar, ağaçlar, avlanan canlılar…

Şiddetin yukardaki gibi kanlı ve vahşicesinin yanında bir de kelimelere gizlenmiş hali varki o da ayrı sinir bozucu; sözün gücü ile değersizleştirme!

‘Hiç bir şeyi beceremiyorsun’
‘Kuş beyinli’
‘Salak, manyak, gerizekalı….’
‘Elinden hiçbir şey gelmiyor’
‘Çok şişkosun’
‘Kadın dediğin evin her şeyini yapar, sen ne yapıyorsun, hep eksik hep eksik’
‘Senden bir şeycik olmaz’…

Çoğunlukla erkeklerin eşlerine, anne -babaların çocuklarına, patronların çalışanlara uyguladıkları uzun ya da kısa vadede değersizlik hissi oluştuması garantili tek silahtır saygısız kelimeler!

İnsanlar bu sözcükleri duydukça ve duydukça hipnotize olmuşcasına etki altında kalırlar ve bir süre sonra şu cümleleri duymaya başlarsınız sözel şiddet mağdurlarından:

-Kendimi çok değersiz hissediyorum.

-Yaptığım hiçbir şeyi beğenemiyorum.

-Kendimi çirkin buluyorum.

-Yapamam, başaramam.

-Çok kiloluyum, kendimi hiç beğenmiyorum.

-Benden hiçbir şey olmaz.

Ve daha nice değersizlik cümlesi…

Saygısız kelimelerle, cümlelerle sinsice yürütülen değersizleştirme süreci; dışarıdan içeriye etki eder ve eğer müdahale edilmezse yani fark edilip durdurulmazsa bünyede kalıcı hasarlara neden olabilir.

Kelimelerle değersizleştirmeyi engellemek adına yapılabilecek şeylere gelince:

– Bilin ki hiç kimsenin hiç kimseye değersizleştiren kelimeleri her ne olursa olsun söyleme hakkı yoktur.

– Her kim olursa olsun bu kelimeleri kullanan kişilere itiraz edin ‘bu kelime/ler beni incitiyor, bunu lütfen durdur’ deyin.

– Bu tür sözleri kullanan kişilerin öz güvenlerinde, pozitif iletişim yeteneklerinde ciddi sorunlar vardır. Ve çoğunlukla kendileri de değersizlik hissi yaşamaktadırlar. Bunu bilmek size iyi gelir!

– Bu sizin ayıbınız değil, söz sahibine aittir!

– Size ne söylendiğini, bu sözlerin sizin üzerinizde bıraktığı etkiyi fark edin ve kendinize ‘ben her durumda değerliyim, kendimi seviyorum ve kendime güveniyorum, bana söylenen sözleri yok saymayı seçiyorum’ deyin.

– Size nasıl konuşulursa, davranılırsa sizi mutlu eder bunu hem kendinize hem de karşınızdaki kişiye tanımlayın. Takdir ve teşekkür kelimelerini daha çok hak ettiğinizi dile getirin.

– Kendinizi yine de değersiz ve kötü hissediyorsanız, güvendiğiniz kişilerle ya da uzmanlarla lütfen paylaşın.

İnsanın içindeki şiddeti ehlileştirmesi ve İNSANa yakışır şekilde yaşaması dileğiyle…

Tüp bebek tedavisinde destek

Tüp bebek tedavisinde destek 150 150 dolunay

Anne olmak; çoğu kadının daha çocukluktan hayalini kurduğu, ‘evcilik oyunlarında’ canlandırmasını yaptığı bir kimlik. Anne olan bir kadın, önce kendi ailesi, eşi ve çevresi tarafından onurlandırılır. Çok önemli belki de en önemli görevini yerine getirmiştir.

Peki eğer bu görev yerine getirilemezse ne olur? Çocuk dünyaya getirmekte güçlük yaşayan kadınlar, çiftler neler yaşar? Arzulan bir şeyin arzulandığı zamanda yerine gelmemesinin kabulü biraz zordur hele ki bu çocuksa!

Doğal yollarla çocuk sahibi olamayabileceğini öğrenen çiftler her şeyden önce şok ve inkâr yaşarlar. Zamanla ise durumu kabul ederler ancak bu yaşayacakları psikolojik etkileri pek de azaltmaz. Neden bu benim başıma geldi? Herkesin çocuğu oluyor, benim neden olmuyor? Eşine, kendine kızma, suçluluk, suçlama gibi pek çok duygu yaşarlar. İnfertilite tedavisinin uzun süren, pahalı bir tedavi olması ve tedavinin nasıl sonuçlanacağının belirsiz olması, toplumsal baskılar tedavi sürecini eşler için duygusal açıdan daha zor bir hale getirmektedir. Sık ağlama ve umutsuzluk, yorgunluk, huzursuzluk ve aşırı kaygılı olma, suçluluk ve değersizlik, öfke ve kızgınlık duyguları, çevreden kopma, çocuklu kadınlara ve çiftlere tahammülsüzlük, cinsel istek ve ilgi bozuklukları, uyku ve iştah bozuklukları, tedavinin başarısı konusuna aşırı yoğunlaşma ve bu konularda aşırı endişeli olma gibi süreçler yaşayabilirler.

Çiftler tüp bebek sürecine girmeye karar verdiklerinde onları nasıl bir süreç bekliyor pek bilmezler. Tüp bebek süreci umutlu bir süreç olmakla birlikte kendine has zorluk alanları da vardır. Gebe kalamama ya da gebeliği sağlıklı devam ettirememe nedeni kadın kaynaklı da olsa erkek kaynaklıda olsa tedavi süreci çoğunlukla kadının üzerinden devam eder. Sadece tedavi değil toplumsal baskıda (ne zaman çocuk yapıyorsunuz, çocuk işi ne oldu, şu doktor çok iyiymiş….) kadına yönelmiştir.

Aslında her iki taraf içinde stresli olan bu dönem kadın için daha streslidir. Eşlerin aralarındaki iletişimin iyi olması, birbirlerini dinlemeye ve anlamaya çalışmaları önemlidir. Bu nedenle erkeğin kadına karşı özellikle bu dönemde hassas olması ve elinden gelen tüm desteği vermesi tavsiye edilir. Erkeklerin kadınları, kadınların da erkekleri bu konuda anlamaları bir parça zordur. Çünkü bebeğin anlamı her iki cinsiyet içinde farklı olabilmektedir. Mümkün olduğu kadar birbirlerine iyi davranmaları, anlamaya çalışmaları ve sohbet etmeleri en iyi davranış modelidir.

Tüp bebek tedavi sürecinde yaşanılan sorunlar karşısında çifte destek veren bir aile yapısı ya da sosyal çevre varsa bu eşlere olumlu yansır. Bununla birlikte ailenin konuyu aşırı duygusal, korumacı ya da böyle bir sorun yokmuş gibi davranmaları çifte zarar verir. Bu nedenle genellikle çifte şöyle deriz; aileniz size destek verecekse ya da buna gerçekten ihtiyaç duyuyorsanız paylaşın. Diğer türlü yük oluşturur.

Tüp bebek süreci öncesi ya da sırasında kendinizi gergin ve çok stresli hissediyorsanız psikolojik destek almak size iyi gelecektir.

İktidar savaşları

İktidar savaşları 150 150 dolunay

İktidarın sözlük anlamı gücü elinde tutmak, gücü kullanmak demek.

Hepimizin alışkın olduğu iktidar sözcüğü ile ilgili kullanım yerleri genelde şöyle: İktidar kimdeyse güç ondadır.

İktidar kolay ele geçmez bazen ve iktidar savaşlarında çok can yanar, çok emek ister iktidara gelmek ve istikrarla orada kalmak!

İktidar savaşları sadece ülkeleri yönetirken ya da partilerde de olmaz; toplumda, evde de söz konusudur. Ancak İktidar deyince akla hep erke, erkeğe ait şeyler gelir.

Örneğin; iktidarsızlık deyince hepimiz anlarız ne demek istediğimizi!

Erkeğin yönetim arzusu, egosu yatakta da kendini gösterir. Hükmedilecek, yönetilecek bir alan haline gelir yatak!
“Cinselliği erkek yönetir” cinsel miti de bu inançtan doğmuş olsa gerek!

Penisin yönetimi ele geçirmesi mi yoksa iktidarın hep peniste olması mı?

Erkeğe ne çok görev yüklemişiz! Kız çocuklarımıza cinsellikle ilgili eğitim vermeden, evlenince kocandan öğrenirsin diyerek, kendi bedenini kendine yasaklayarak erkeği iktidara getirmişiz!

İktidarı verdiğimiz erkeğe ise cinsellikle ilgili bilgileri sadece pornodan öğrendikleriyle ya da yaşadığı ilişkilerden deneyimledikleriyle bu konuda her şeyi bildiğini ve eşine de öğreteceğini varsaymışız.

Ve eğer penis yatakta gücünü ortaya koyamazsa, iktidar boşluğu yaşanırsa onun adına da iktidarsızlık demişiz! Bir erkek için en zor anlardan biri. İlk cinsel ilişkide sonuca ulaşamazsa ya da yıllarca hiç sorun yaşamayan bir erkek, birden iktidarın o sıcak koltuğundan düşerse!

Birileri erkeğe bunu hayatının bir döneminde olabileceğini, çünkü erkeğin de insan olduğunu ve cinselliğin insani bir durum olduğunu anlatmalı. Eğer cinsellikle ilgili bilgileri doğru ve bilimsel olarak almazlarsa bunun yaşanabileceğini, evleninceye kadar hiç cinsel ilişkiye girmemişlerse hatta mastürbasyon bile yapmamışlarsa ya da hep mastürbasyon yapmış da kadınlardan kaçmışlarsa, cinselliğin evlilik zamanı gelince birden bünyeye giren bir olay olduğunu sanıyorlarsa sorunlar yaşayabileceklerini anlatmalı!

İktidarın paylaşılınca çok daha güzel ve keyifli olduğunu, yaradılışımızın paylaşıma çok uygun olduğunu, cinselliğin karşılıklı onayla, sevgiyle ve saygıyla yaşandığında mutluluğun kaçınılmaz olduğunu anlatmalı!

Birileri, erkek ve kız çocuğuna daha çocukluktan başlayarak bedenini sevmesine yardım edecek bilimsel bilgileri vermeli! Yasaklamak, ayıp demek, günah demek hiçbir zaman işe yaramamıştır. Tam tersine, sorunları gizli gizli ve korkuyla yaşanan cinselliği tetiklemiştir. Doğru bilgi ise çocuğun, gencin bedenini korumasını sağlar. Eğitim sisteminde cinsel eğitim en bilimsel şekliyle yerini almalı.

Her tür İKTİDARI kadınlı erkekli paylaşmak dileğimle…

Namus-lu/suz!

Namus-lu/suz! 150 150 dolunay

Çoğunlukla ezbere öğrendiğimiz ve uyguladığımız pek çok kavramdan biri de namustur.

Yetiştiğimiz ailede, toplumda, insanları gözlemleyerek, olaylar karşısındaki tepki ve yorumlarına bakarak, namus tanımının içeriğini diğer pek çok kavramın içeriğini doldurduğumuz gibi doldururuz. Çoğu zaman, namus nedir, hangi davranışlar namuslu hangileri namussuzdur tam olarak öğretilmez ya da kendi bildikleri kadar öğretirler. Üzerinde pek tartışmayız, bizden ezberlememiz ve uymamız istenir.

Pek çok değeri, kavramı nasıl öğreniyorsak bunu da öyle öğreniriz; yani kulaktan duyma/dolma. Eğer araştıran ve sorgulayan bir birey olarak yetişmenize şans tanındıysa ya da siz bu konuda sınırları zorladıysanız; William Shakespeare’in; ‘Namus gizli bir cevherdir; çoğu kere ona sahip olmayanlar sahipmiş gibi görünürler’ sözünün derinliğini, Hz. Muhammed’in; ‘Başkalarının kadınlarına karşı namuslu ve iffetli olun ki sizin kadınlarınızda namuslu ve iffetli olsunlar’ hadisindeki sorumluluğu ve Cicero’nun; ‘İnsanlar ne kadar namuslu olurlarsa başkalarının namuslarından o kadar zor şüphelenirler’ sözündeki bilgeliği de o kadar iyi kavrayabiliriz.

Soru sormadan ve derin derin düşünmeden, özümüzle konuşmadan, akıl gönül süzgecinden geçirmeden “Namus” kavramını anlamak bence imkansızdır.

“Namus nedir?” diye Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığımızda “bir toplumda ahlak kurallarına karşı beslenen bağlılık” ve “dürüstlük, doğruluk” olarak tanımlanmıştır.

Demek ki yazılı kuralları yok namusun… Hepimizin hücrelerine işleyen toplumsal kuralları var! Yaptırımları, cezaları bazen çok ağır! Bazen töre cinayetleriyle bazen genç kız intiharlarıyla bazense kadınların eşleri ya da kardeşleri tarafından öldürülmesiyle sonuçlanabilecek kadar ağır, akıl ve gönül almaz cezalar!

Namus deyince çoğumuzun aklına çoğu zaman iki bacak arası ve kadın geliyor. Neden?

Dürüstlük, doğruluk namus sadece cinsellikle mi sınırlanıyor kafamızda?

Toplum olarak neye doymadıysak, açsak, ne bize yasaklanmışsa oraya doğru hınçla, öfkeyle nefretle saldırıyoruz o tarafa doğru, insanlığımızı unutarak, 3. sayfa haberlerini okurken insanlığımızdan utanarak!

Kadın namusuna tek başına mı ‘halel getiriyor’, namusa sürülen leke erkeğin elinin kiriyken kadının neden can borcu/namus borcu oluyor?

Kim gerçekten namuslu davranıyor kim gerçekten namussuz davranıyor buna nasıl/kim karar veriyor?

Yıllar önce bunları sorguladığım bir zamanda -ergenlik çağlarımdı- annem bir hikaye anlatmıştı, paylaşmak isterim.

“Bir mahallede iki dul kadın yaşarmış. Biri namazında niyazında, dışarıyla pek karışmayan biri, diğeri ise daha sosyal, sık sık arkadaşlarını kadınlı erkekli evinde ağarlayan, gülmeyi, eğlenmeyi seven biriymiş. Hatta bu nedenden dolayı uygunsuz işler yaptığına dair komşular dedikodu yaparmış. Bu iki kadının evlerinin kapıları karşılıklıymış, giren çıkan görülürmüş. Namazında niyazında olan kadın sık sık karşı kapıyı kontrol edermiş; kim giriyor kim çıkıyor diye… Hatta namaz kılarken bile karşı kapıyı gözler ve eğer karşı eve birileri özellikle de erkek girerse, seccadenin yanında bu iş için oraya konmuş olan taş kümesinden birini alır, diğer tarafa koyar eve giren çıkanın hesabını tutarmış.”

Annem bu hikayeyi anlattıktan sonra sormuştu bana ‘kim daha namuslu?’

İçini bilgiyle, sevgiyle, aşka, heyecanla doldurmadan, şeklen yaptığımız pek çok ibadet/inanç bir yerden sonra ezbere olmaz mı? “Sevgisiz yaşanan din kişiyi bağnaz yapar” sözü yeniden kulağıma geldi!

Şimdi sorulara kendimce cevap verme zamanı:

  • Namus kişinin kendi öz sorumluluğunda olan ve hesabını kitabını yaradanla ve/veya kendiyle göreceği bir kavramdır.
  • İnsan, insanın kurdudur/aynasıdır derler. Yani insan başkasının davranışını tanımlarken kendini tarifler. Bundan ötürü birine namussuz derken iyi düşünmek lazım. Namus birilerinin tekelinde değildir!
  • Namus; düşüncelerin, davranışların temiz olmasıdır. Benim dışındakiler hakkındaki yorum/dedikodu yapmamak, zihnimi fitne fesattan arındırmaktır. Her bireyin farklı ve özel olduğunu bilmek ve saygı duymaktır.
  • Namus; hiç kimseye zarar vermemek, bütünün hayrına, kapsayarak sevgiyle çalışmak/davranmaktır.
  • Namus; parayla, korkutularak satın alınamamaktır.
  • Namus: işini elinden gelen en iyi şekilde yapmaktır.
  • Namus; özü, sözü, davranışı bir olmaktır.
  • Namus; İNSAN olmaktır.
  • Namus; iki bacak arasında değil, iki omzun üzerinde taşıdığındadır.

Şimdi soruyorum size, gerçekten kim namuslu?

Neden?

Neden? 150 150 dolunay

İnsanın doğası, merak, soru sormak, fark etmek, keşfetmek ve dönüşmek üzerine kuruludur. Çocuk, doğduğu dünyayı, kendini, çevresindekileri, doğayı yani her şeyi sorarak keşfeder. Çocukların soru sorması çoğu ebeveynin işini zorlaştırır ve sinirlendirebilir. Ve çocukların sorularına cevap vermeyerek dalga geçerek onları soru sormaz hale getirir. Bazı iflah olmaz, akılllanmaz, inatçı çocuklar aradan fırlar, sorularına devam eder. Bu kez sorularını bazen kendileriyle ilgili bazen yaşadığı ülkeyle ilgili bazen dünyayla ilgili bazen de evrenle ilgili sorarlar.

– Anne ben nasıl oldum?
– Oldun işte kızım leylek getirdi desem inanmazsın ama leylek getirdiJ
– ???

– Baba ben çişimi oturarak yapıyorum, kreşde gördüm Mete ayakta yapıyor neden?
– Erkekler ayakta yapar.
– Neden?
– Ayakta yapar kızım nedeni yok! Amma da meraklısın!
– ???

– Anne ben yatağımda uyuyorum, karıncalar toprakta deliklere giriyor onlar orada mı uyuyor?
– evet kızım
– Peki, kuşlar nerede uyur?
– Ağaçta
– Filler nerede uyur?
– Ne çok soru sordun! Sen oyuncağınla oynasana…
– ????????

Aslında hepimiz soru sorma, kendimizi ve çevremizi keşfetme potansiyeliyle doğuyoruz. Soru sormamızı teşvik eden bir ailede ve çevrede büyüyorsak kendimizi, evreni, sistemi farketmemiz ve keşfetmemiz daha kolay oluyor. Bizim soru sormamızı engelleyen, dogmalara, kalıp bilgilere inanmamızı isteyen, cezalandırıcı bir aile ve kültürde büyüdüğümüzde ise ezberlediği bilgilere inanan, sorgulamayan birazcıkta bağnaz bireyler oluyoruz. ‘Sevgisiz inanç bağnaz yapar’ sözü pek de anlamlı!

Bana sorarsanız İNSAN sonsuz potansiyeli olan bir varlık . Sorular, merak bu potansiyelin açılış anahtarları!

Çocuklar soru sorarak, dokunarak, görerek, işiterek, hayal kurarak dünyayı ve kendi varlıklarını keşfediyorlar. Sorulardan vazgeçtiğimizde, merak etmez olduğumuzda, insan kendi gelişim sürecini durduruyor ve ona ezberletilen hayatı yaşamaya devam ediyor.

Hangi inancınız size ait? Gerçekten sizin kendi kendinize bulduğunuz bir inanç var mı acaba? Hiç merak ettiniz mi bunu? Örneğin; para her şeyi satın alır inancını nereden ve kimden öğrendik? Paranın satın alamadığı hiç kimse yok mudur hayatta? Eğer varsa bu inanç yıkılmaz mı?

Ya da ‘benim resim yeteneğim yoktur’ inancını sana kim öğretti?

Elbette ki birbirimizden etkileniyoruz ve birbirimizi etkiliyoruz, bu çok doğal. Bununla birlikte neden sadece ‘benim dediğime inan, doğru bu, her şeyi ben bilirim sen benim bildiğime inan!’ diye dayatıyoruz birbirimize. Ve NEDEN başka bir insanın inandığını kendi doğrumuzmuş gibi sahip çıkıyoruz?

Ve ‘Peki, senin dediğin senin için doğru olabilir, bu bilgiye birde benim açımdan bakalım’ dediğimizde NEDEN sinirleniyoruz ve tahammül edemiyoruz birbirimize?

Yaradanın hepimizi sevgiyle kabul ettiği bu dünyada NEDEN birbirimizi kabulde bu kadar zorlanıyoruz? Tek doğru benim dediğim de katılaşıyoruz.

Hepimiz birbirimizden bu kadar farklıyken ve İNSAN hiçbir kaba sığmayacak bir varlıkken NEDEN illa ki şekillere ihtiyaç duyuyoruz?

Çocuklarınızın sorduğu sorulara lütfen sevgiyle ve sabırla cevap verin, bırakın onlar hem kendilerini hemde sizleri, bizleri geliştirsinler…

Özü-gür bireyler yetiştirmek için özgürce soru soran çocukları destekleyelim.

Sevgiyle…